Korsan rejim İsrail 12 Temmuz 2006’da Lübnan Hizbullah hareketine karşı savaş açtı. Bu savaş 33 gün sonra, yani 14 Ağustos 2006’da siyonist rejimin ağır hezimeti ile sonuçlandı. Bu savaşın 14. yıldönümü dolayısıyla iki bölümlük sohbetimizde korsan İsrail’in bu savaşta hedefleri, yenilgi sebepleri ve sonuçlarına göz atmak istiyoruz.
33 günlük savaş nasıl başladı?
Lübnan Hizbullah hareketi bir kaç kez siyonist rejim İsrail’den işgal altındaki topraklarında esir aldığı Lübnanlı esirleri serbest bırakmasını istedi, ancak Tel aviv elebaşıları bu talebe karşı çıktı.
Lübnan Hizbullah hareketi siyonist rejimin Lübnanlı esirleri serbest bırakma talebine karşı çıkması üzerine işgal altındaki topraklarda İsrail kara kuvvetlerine bağlı bir birliğe saldırdı. Hizbullah güçleri bu saldırıda üç siyonist askeri helak etti, iki askeri de esir aldı. Hizbullah hareketi bu operasyona “Sadık Vaat” adını verdi.
Siyonist rejim 12 Temmuz 2006’da Hizbullah hareketinin bu operasyonuna gösterdiği tepkide, harekete karşı savaşa girdi ve adını da “Temmuz savaşı” koydu. İsrail’in Hizbullah hareketine dayattığı savaşın bahanesi, Hizbullah’ın düzenlediği Sadık Vaat operasyonuydu; ancak bu savaşın esas nedeni, Batı Asya bölgesinde oluşan şartlar ve siyonist rejimin bölgeye yönelik hedefleriydi.
İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Kudüs Gücü’nün şehit komutanı General Kasım Süleymani Ekim 2019’da İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei’nin eserlerini koruyan ve yayımlayan büronun enformasyon sitesine verdiği demeçte, 33 günlük savaşın başlamasına üç etkenden söz etti. Birinci etken, Amerika terör devletinin Irak’a hakimiyetiydi. Amerika bu hakimiyeti Irak’a saldırmak ve Baas rejimini devirmekle ele geçirmişti. Şehit General Süleymani’ye göre Amerika’nın Irak’ta varlığı ve bu ülkeye musallat olması bölgede korku ve dehşete yol açmıştı.
Şehit General Süleymani’nin işaret ettiği ikinci etken, bazı malum Arap rejimlerin böyle bir savaşta siyonist rejim İsrail’e destek verme eğilimi ve Lübnan’ın güneyinde Hizbullah hareketi veya bir başka ifade ile Şii bir yapıyı yok etme istekleriydi.
İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Kudüs Gücü’nün şehit komutanı General Süleymani bu konuda şöyle dedi:
Siyonist rejim bu meseleyi bu rejimin en üst düzey yetkilisi yani İhud Olmert’in dilinden ilan etti ve ilk kez bazı Arap rejimler İsrail’in Arap bir örgüte karşı savaşında Tel aviv’i desteklediklerini söyledi. Kuşkusuz Olmert tüm Arap ülkelerini kastetmiyordu ve daha çok Fars körfezi bölgesinde yer alan Arap rejimler ve en başlarında Suud rejimini kastetmişti; tabi Mısır da bu kapsama giriyordu. O dönemde bazı istisnalardan da söz edebiliriz. Irak milli hakimiyetten yoksundu ve Amerikalı askeri bir vali tarafından yönetiliyordu. Dolayısıyla Irak hakimiyeti Amerikalıların elindeydi. Suriye devleti de merhum Hafız Esad’ın vefatından sonra genç bir devletti ve yeni yeni işe başlamıştı. Her neyse, ilk kez çoğu Arap rejimler, bir Arap örgüte karşı dayatılan savaşta İsrail’i destekliyordu. Bu, Olmert’in beyan ettiği önemli ve ciddi bir gerçekti.
Üçüncü etkense, siyonist rejimin bu fırsattan Hizbullah’ın elinden ebediyen kurtulma arzusuydu.
Siyonist rejimin 2006 savaşında gerçek hedefleri
Lübnan Hizbullah hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah geçen sene 33 günlük savaşın 13. yıldönümünde yaptığı konuşmada, siyonist rejim bu savaşta Amerika’nın desteğinden yararlandığını belirtti. Buna göre Hizbullah Genel Sekreteri şöyle diyor:
33 günlük savaş Amerika’nın 2001 yılında Afganistan ve 2003 yılında Irak’a yaptığı saldırıların devamı ve bu savaşları tamamlayan bir savaştı ve esasen sırf Lübnan coğrafyası ile sınırlı kalmaması kararlaştırılmıştı.
Gerçekte siyonist rejimin 2006 yılında başlattığı 33 günlük savaşın esas amacı Amerika ve korsan İsrail’in gözetlediği yeni Batı Asya planını hayata geçirmekti. Bu planda Lübnan direnişi ve Filistin direnişi yok edilecek, Suriye nizamı değiştirilecek, Amerika’nın Irak işgali pekiştirilecek ve İran İslam Cumhuriyeti tam kuşatma altına alınacaktı. Tüm bunlar 33 günlük savaşın temel hedefleriydi.
İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Kudüs Gücü’nün şehit komutanı General Süleymani bu konuda ABD dönem Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 30 Temmuz 2006’da Kana’da ikinci katliamdan sonraki açıklamasına işaret etti. O tarihte Kana köyünde dört katlı bir binaya isabet eden iki bomba aralarında 37 çocuğun da bulunduğu 54 sivilin ölümüne ve çok sayıda sivilin yaralanmasına yol açtı. Bu binada bölgeden kaçamayan yoksullar ve engelli çocuklar barınıyordu.
İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Kudüs Gücü’nün şehit komutanı General Süleymani bu konuda şöyle dedi: Rice bu cinayette enkazın altında kalan mazlum çocuklar ve sivillerin inlemelerini ve acı çekmelerini yeni Batı Asya’nın doğum sancıları gibi çirkin bir ifade ile değerlendirdi.
Şehit General Süleymani şöyle ekledi:
Siyonist rejim 2000 yılında bir yenilgiyi tecrübe etmiş ve Lübnan’dan geri çekilmiş ve gerçekte kaçmıştı ve Hizbullah bu rejimi yenmişti. Bu yüzden İsrail yeniden Lübnan’a geri dönmek istiyordu; ancak bu kez amacı sadece işgal değil, Lübnan’ın güneyini yıkmak ve demografik yapısını değiştirmekti. Yani İsrail Lübnan’ın güneyinde yaşayan ve Hizbullah ile dini ve etnik bağları bulunan insanları ve güçleri göç ettirmek ve Lübnan’dan kovmak istiyordu.
İsrail’in 33 günlük savaşta hezimetinin sebepleri
Korsan İsrail’in Temmuz savaşı 33 gün sonra, yani 14 Ağustos 2006’da hezimetle sonuçlandı. Üç siyonist askerin öldürülmesi ve iki askerin de Hizbullah tarafından esir alınması bahanesiyle Lübnan’a ve daha doğrusu Hizbullah hareketine saldıran İsrail dayattığı savaşta 121 askerini kaybetti, 44 İsrailli de Hizbullah hareketinin kendi füzeleri ile işgal altındaki Filistin’de hedef aldığı noktalarda helak oldu. Ancak burada akla gelen önemli ve stratejik bir soru, neden İsrail daha güçlü bir orduya ve daha gelişmiş silahlara ve askeri teçhizata sahip olduğu halde bir Arap devleti değil de sadece bir Arap örgüte karşı bu denli ağır bir hezimete uğradığı sorusuydu.
Bu sorunun cevabında birçok etkenden söz etmek mümkün. Örneğin İsrail’in istihbarat zafiyeti ve Lübnan Hizbullah hareketinin istihbarat üstünlüğü ve yine Hizbullah’ın askeri güçlerinin manevi gücü, bu etkenlerden bazılarıdır. Buna karşın Lübnan Hizbullah hareketi Genel Sekreter yardımcısı Şeyh Naim Kasım, siyonist rejimin dayattığı 33 günlük savaşın 14. yıldönümü arifesinde yaptığı açıklamada iki önemli etkene işaret etti. Bu etkenler Seyyid Hasan Nasrallah’ın liderliği ve İmad Muğniye ve Hac Kasım Süleymani gibi komutanların askeri komutanlığıydı.
Lübnan Hizbullah hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah 33 günlük savaşta çok önemli rol ifa etti. Nasrallah bu savaşta Hizbullah hareketini komuta etti ve siyonist düşmana karşı askeri ve psikolojik harekatta “savaşta düşmanı gafil avlama” ve “sadakat” gibi iki önemli etkenden yararlandı. Örneğin savaşın üçüncü gününde Hizbullah hareketi savaş sırasında ilk gafil avlama operasyonunu açıkladı.
Lübnan Hizbullah hareketi Genel Sekreteri Nasrallah yaptığı konuşmalarda siyonist rejime karşı gerçek psikolojik savaşı yönetti ve sürekli artan tehditleri ile siyonist rejime caydırıcı dengeleri dayatmayı başardı.
Savaşın üçüncü gününde bir konuşma yapan Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah şöyle dedi:
Size vadettiğim gafil avlama operasyonları şimdiden başlıyor. Şu anda deniz kıyısında ve Beyrut karşısında bizi ve halkımızın evlerini ve sivilleri hedef alan korsan İsrail’in savaş gemileri hedef alınacaktır. Bakın bu gemiler nasıl yanacak ve batacak ve beraberinde onlarca siyonist asker de denize gömülecektir.
Nasrallah’ın bu sözleri ile eşzamanlı olarak korsan İsrail’in Beyrut karşısındaki savaş gemisi vuruldu. Bu operasyon işgal altındaki topraklarda ve siyonist rejim kabinesinde büyük panik ve dehşete yol açtı.
Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah savaş boyunca buna benzer çok sayıda açıklama yaptı ve siyonist rejimi psikolojik açıdan adeta çökertti. Nitekim Nasrallah’ın bu tutumu işgal altındaki topraklarda halkın artık Nasrallah’ın dediklerine inanmaya başlamalarına ve siyonist rejim kabinesinin açıklamaları ve propagandalarına duyarsız kalmalarına yol açtı.
İsrail’de Ben Gorion üniversitesi siyasal psikoloji uzmanı Udi Liol yaptığı derin araştırmada bu konuya işaret ederek şöyle yazdı:
İsrail rejiminin unsurları kendi referanslarına inanmak ve savaşta gelişmeleri İsrailli kaynaklardan takip etmekten ziyade Hizbullah liderinin açıklamalarına inanıyordu.
Liol araştırma raporunun bir başka bölümünde de şöyle dedi:
İsrail vatandaşlar siyah sarıklı Hasan Nasrallah’ın onların liderlerinden daha samimi ve daha şayeste olduğuna inanıyor.
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın liderlik konumundan başka şehit İmad Muğniye ve şehit General Süleymani’nin 33 günlük savaşı komuta etmeleri de bu savaşı kazanmalarında önemli etkisi oldu.
Hizbullah Genel Sekreter yardımcısı Şeyh Naim Kasım savaşın 14. yıldönümü arifesinde yaptığı açıklamada şöyle dedi:
Seyyid Hasan Nasrallah’ın yaninde savaş meydanında hazır bulunan Hac İmad Muğniye ve başka komutanların varlığı ve ayrıca Hac Kasım Süleymani’nin günlük yardımları da söz konusuydu. Hac Kasım Süleymani savaşın en doruk noktasında ve Lübnan’a dayatılan en ağır savaş sırasında Lübnan’dan ayrılmayı reddetti. Hac Kasım Süleymani düşmanla mücadelede uygulanacak askeri planların hakkında istişare vermek ve Hizbullah’ın ihtiyaç duyduğu acil gereksinimleri karşılamak üzere sürekli merkezi operasyon odasında bulunuyor ve düşmanın planlarını suya düşürüyor ve zafer armağan ediyordu.
Şehit General Kasım Süleymani Ekim 2019’da şehit İmad Muğniye’nin 2006 yılında dayatılan 33 günlük savaşta rolü hakkında şöyle dedi:
Şehit İmad Muğniye hakikaten ve gerçek anlamda bir serdardı. Muğniye birçok zorlu sahnede yönetimi üstlendiği gibi özel operasyonların yönetimini de üstlenmiş ve bizzat bu operasyonları gözetliyor ve yönetiyordu.
Seyyid Hasan Nasrallah’ın liderliği, şehit İmad Muğniye ve şehit Kasım Süleymani gibi cihatçı komutanların sahada Hizbullah güçlerini komuta etmeleri, ayrıca Hizbullah hareketinin bu savaşta istihbarat üstünlüğü, 33 günlük savaşta Hizbullah’a zafer armağan etti. Bu zaferin stratejik etkileri 14 yıldır devam ediyor.