Lübnanlı yazar merhum Enis Nakkaş’ın Al-Akhbar için kaleme aldığı son yazısı:
Ben-Gurion’un Arapları zayıflatmaya ve onları kuşatmaya yönelik önerileri gizli değildi. Siyonist varlığın, kendi genişlemesi karşısındaki ana tehlike Arap dünyasını, müttefikleri olan Türkiye, İran ve Etiyopya ile birlikte kuşatmak için çalışması gerektiğini söylüyor, yazıyordu. Özellikle Batı ve Amerika Birleşik Devletleri yörüngesinde dönen bu jeopolitik kılıf, Arap ülkelerindeki vidaları sıkılaştırmak, aralarında yan çatışmalara neden olmak ve bu ülkeler arasında kurulacak pozitif işbirliğini önlemek gibi bir misyona sahipti. Amerika Birleşik Devletleri’nin ilan edilen amacı, bazen komünizmle yüzleşme başlığı altında bölgede ittifaklar kurmak ve bazen de hedefleri, anlamları ve boyutları ABD tarafından belirlenen istikrarı sağlamlaştırmaktı. Kısacası, ABD ve Siyonist rejim, bölgedeki Amerikan çıkarlarını korumak ve hegemonyasını kurmak için işbirliği içinde adım atmaktaydılar.
1974’te bu “kapsamlı planlama” ile yüzleşmek için Filistin liderliğine sunduğum bir durum değerlendirmesi ve karşılık verme stratejisi raporunda, sadece çevre ülkeleriyle sınırlı olmayan ve tüm bölgeyi etkileyecek kapsamlı bir planla yanıt vermemiz gerektiğini belirttim.
Ebu Cihad (Halil el-Vezir), Filistin direniş hareketini silahlarla ve siyasi konumuyla destekleyen Çin liderliği gibi, emperyalizmle yüzleşmek için dünyadaki kurtuluş hareketlerini destekleme fikrine uzak değildi ve Mao Zedong’un ortaya attığı “Bin çiçek açsın” sloganı altında, dünyada birden fazla devrimin ve direniş hareketinin tutuşturulması gerektiğini düşünüyordu.
İşe, Ben-Gurion kemerinin sütunlarından biri olan Etiyopya’ya karşı Eritre kurtuluş hareketine verilen desteği artırmak ve Türkiye’deki Atlantikçi rejimle mücadele eden Türk sol örgütlerine birkaç çerçevede yardımla başladık. İran muhalefet güçlerine de hem siyasi hem de silahlı olarak güçlü bir destek veriliyordu.
O dönemdeki Türk örgüt yapıları, sloganları ve genel politikaları itibariyle Türkiye’de köklü bir değişiklik yapabilecek durumda değildiler. Amerikan varlığına ve NATO’nun çıkarlarına yönelik silahlı propaganda operasyonları yaptılar ve bunlara zarar verdiler, ancak yerleşik sistemi değiştiremediler. Eritre, bağımsızlık için zafere doğru ilerlediğinden daha iyi bir konumdaydı, bu da Afrika’daki davalarımız için bir müttefik bulmak anlamına geliyor. Ancak İran tamamen farklı bir vaziyetteydi. Şah rejimine karşı mücadele eden örgütler; temelleri, dinî önderlikleri ve net yönelimleri nedeniyle özellikle de İslamcı akımlar geniş bir destek tabanına sahiptiler.
Mısır, bölgedeki güç dengesine ağır bir darbe vuran Camp David Anlaşması ile Arap-İsrail çatışmasının denkleminden çıktı, böylece Türkiye, İran ve Etiyopya’nın rolleri ikincil bir mesele haline geldi. En büyük Arap ülkesi çatışmadan çıkmış, bir barış anlaşması imzalamış ve düşmanla işbirliğine başlamıştı! Bu değişim, Ürdün’ün Vadi Arabe Anlaşması ile yaptığı gibi, birçok ülkenin Mısır örneğini takip ederek düşmanla diplomatik ilişkiler kurmasına veya onunla ekonomik ilişkilerini canlandırmasına kapı açtı.
Mısır’ın düşmanla ilişkilerini normalleştirmek için agresif bir şekilde hareket ettiği aynı yılda, İran Devrimi zafer kazandı ve tüm denklemleri alt üst etti. Başkan Yasir Arafat ile İmam Humeyni arasındaki ilk görüşmede Arafat, İmam’ın dikkatini Camp David Anlaşması’nın imzalanmasının ardından ABD Başkanı Carter’ın sarf ettiği “El-Fetih Örgütü’ne elveda!” sözüne çekti ve kendisi de şunları söyledi: “Bugün biz de sizin mübarek devriminizin zaferiyle ona ‘Hoşça kal Amerika!’ diyebiliriz.” İmam gülerek “Evet, doğru” diye yanıtladı.
İran İslam Devrimi’nin ilk günlerinden itibaren İran’ın devrimci halkı “Şah’a Ölüm” sloganını atmaktaydı, ancak aralarında hiçbir ayrım yapılmaksızın bunlara “Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm” şiarları da eklendi. Şah’a yöneltilen en önemli suçlamalar rejiminin yolsuzluğu, Siyonist rejimle uzlaşması ve Amerikan iradesine boyun eğmesiydi. Bu nedenle, İran Devrimi’nin hedeflerinin esas temellerinden biri olan Filistin sorununun, geçmişte olduğu gibi günümüzde de merkezi bir mesele olmayı sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Devrimci İran, sadece Tahran’daki Siyonist büyükelçiliği kapatıp Filistin büyükelçiliğine dönüştürmekle kalmadı. Yeni kurulan Devrim Muhafızları ile FKÖ liderlikleri arasında askeri, politik ve kültürel tüm alanları kapsayan anlaşmalar imzalanması yoluyla taahhütte de bulunmuş oldu.
Devrim Muhafızlarını kurma projesinin yazılmasına katkıda bulunmak benim için bir onurdu. Projenin amacı, karşı devrimci darbe girişimleriyle yüzleşmek ve önder kadrosunu korumaktı. Bu nedenle Muhafızların görevleri, stratejik kurumları ve önde gelen figürleri korumak ve herhangi bir karşı-devrimci hareketi önlemek için ordunun stratejik kışlalarında hazır bulunup askeri polis görevi ifa etmekle sınırlıydı.
İran’a dayatılan Irak savaşı, devrimci hareketlere istediği yeterli desteği sağlamasına izin vermedi, ancak İran savaşa ve buradaki meşguliyetine rağmen geri çekilmedi ve Lübnan’ın Siyonist işgaline karşı durma ya da Kuzey Atlantik İttifakı güçlerini kovma hareketini desteklemeyi sürdürdü. Ve burada stratejik değişimler birikmeye ve Direniş Ekseni şekillenmeye başladı. Başarılarının zirvesi, NATO kuvvetlerinin Lübnan’dan ihraç edilmesi, ardından 2000 yılında Güney Lübnan’ın büyük bir kısmının kurtarılması ve düşman karşısında stratejik bir caydırıcılık oluşturan, Filistin’in güneyinden kuzey Lübnan’a kadar uzanan askeri güçlerin oluşumuna kadar Filistin’deki intifadaların desteklenmesi olmuştur ve Temmuz Savaşı Zaferi düşmanla mücadele denklemini Suriye, Irak ve Yemen’e kadar değiştirmiştir. Sonuç olarak, Siyonist rejimi kuşatan yay, bazı Arap ülkeleriyle imzaladığı tüm anlaşmalara rağmen neredeyse tamamlanmış durumdadır.
Devrim Muhafızları kurulduğunda misyonu dünyadaki kurtuluş hareketlerini desteklemek değildi, ancak kısa bir süre sonra bu vazifeyi de sırtlandı ve ilk görevi Lübnan’daki direnişi desteklemek oldu. Kendi bünyesindeki özel bir oluşum bu amaç için tahsis edilmişti. Görevleri Kudüs’ün, yani Filistin’in kurtarılması ve bunun yanında dünyadaki tüm özgürlük hareketlerini desteklemek olarak belirlenen bu oluşuma “Kudüs Gücü” adı verilmişti.
Bugün artık, özellikle Kudüs Gücü’nün ve genel olarak Devrim Muhafızlarının, topraklarını özgürleştirmesi ve düşmanını yenmesi için Lübnan’a destek verdiği gizli değildir. Aynı zamanda Filistin halkının kararlılığı ve düşmanın varlığını ve geleceğini tehdit eden bir güç inşa etmesindeki ve Irak ile Afganistan işgalindeki düşman komplolarına, Suriye’ye karşı yapılan küresel savaşa ve tekfircilere ve uluslararası terörizme karşı koymadaki övünç verici rolü de kimseye sır değildir. Farklı isimler altında olmakla birlikte tüm bu komploların hedefi, bölgeyi hegemonyasına tabi kılmayı amaçlayan Amerikan ve Siyonist stratejileri çerçevesinde yer alıyordu. Dolayısıyla İran Devrimi’nin, tüm stratejik yönelimleri için Kudüs ve Filistin’i bir pusula kılmak suretiyle kendisini, sadece bölgede değil tüm dünyada Batı’nın ve özelde Amerika’nın ve özellikle de Siyonist oluşumun tüm projeleriyle yüzleşen ana karşıt güç kıldığı söylenebilir. Bugün, Siyonist rejim etrafındaki Direniş Çemberinin tamamlanmasıyla, bazı Arap ülkelerinin bölgeyi ele geçirmek ve bu varlığın etkisi altına sokmak için bir ittifak kurma yoluna gittiğini görüyoruz. Ancak bunların farkına varamadığı şey, bu şekilde kendilerini de Direniş Ekseni tarafından kuşatılmış bir oyuğun içine otomatik olarak yerleştirmiş olduklarıdır.
Ben-Gurion, bazı ülkelerle birlikte Arap ulusunu kuşatma hayali kuruyordu. Bugün devleti; zaferden zafere koşan, mevcudiyetini, genişlemesini ve yeteneklerini günbegün artıran bir Direniş Ekseniyle kuşatılmıştır. Ve bu nedenle bugün onun tüm planlarının yele savrulduğunu söyleyebiliriz. “Esaret Paktı”nın temsil ettiği ihanet ve bunun ürünleri, birbirini izleyen savaşlarının ve hain saldırılarının kaderinden daha iyi olmayacaktır.
Sökmesi kesin olan o şafağın ufkunda artık şunlar yazılıdır: Siyonist varlığa karşı zafer ve Filistin’in kurtuluşu, aynı zamanda emperyalizme ve Arap gericiliğine karşı bir zafer olacaktır.
Devrimci İran, başta Filistin olmak üzere tüm özgür insanların en güçlü koruyucusudur ve Filistin, Devrimci İran’ın zaferi için ana kaldıraçtır.