Korsan rejim İsrail 12 Temmuz 2006’da Lübnan’ın güneyinde bazı bölgelere hava saldırısı düzenleyerek 33 gün süren bir savaşı başlattı. Ancak bu savaşın Batı Asya bölgesinde güvenlik ve güç dengeleri üzerindeki tesiri, bu stratejik bölge için bir dönüm noktası sayılabilecek kadar derin oldu.
Bu çerçevede 33 günlük savaşın 16. yıldönümü dolaysıyla bu savaşın Batı Asya bölgesinde güvenlik ve güç dengelerini nasıl etkilediğini gözden geçirmeye karar verdik. Birlikte dinleyelim.
33 günlük savaşın en önemli sonuçlarından biri, Amerika’nın İran ile doğrudan bir savaşı girişmekten kaçınması ve vekalet savaşına yönelmesidir. Kuşkusuz Amerika devleti ve özellikle Donald Trump yönetimi İran ile savaşmayı çok istiyor ve hatta 20 Haziran tarihinde İran’a kısıtlı düzeyde bir saldırı düzenleme noktasına kadar ilerlediler, fakat sonuçta bu saldırı olmadı.
Gerçi Amerika’nın İran’la savaşmaktan kaçınması çeşitli askeri, iktisadi ve siyasi nedenleri vardır, fakat hiç kuşkusuz Lübnan Hizbullah hareketinin direniş ekseninin askeri kolu ve gücü, Amerika’yı İran’la doğrudan savaşmaktan vazgeçiren önemli etkenlerden biridir.
Aslında bu konunun kökleri 2006 yılında yaşanan 33 günlük savaşa uzanır. Hizbullah mücahitlerinden Musa Kayser, korsan İsrail’in Lübnan’a 33 günlük savaşı dayatma gayesi hakkında şöyle diyor:
Amerika ve İsrail 2000 yılından sonra Hizbullah hareketini Lübnan alanından silme konusunda anlaşmaya vardılar. Onlara göre ortada bir yılan vardı ve bu yılanın başı Tahran’da ortası Suriye’de ve kuyruğu Lübnan’daydı ve bu yılana darbe vurmak için en uygun yer kuyruğuydu, zira Lübnan’ın İsrail yakınında olması siyonistler için en büyük tehdittir.
Amerika ve İsrail’in planında, Ramazan ayına denk gelen Temmuz ayında Seyyid Hasan Nasrullah’a ve taraftarı olan şahsiyetlere Kudüs günü konuşması sırasında Beyrut semalarından suikast düzenlenmesi kararlaştırılmıştı. Bu plana göre birinci haftada Lübnan’da Hizbullah mevzileri yoğun biçimde bombardıman edilecek ve Hizbullah güçleri büyük ölçüde yok edilecekti. Dolaysıyla siyonist rejimle esir takası müzakereleri çıkmaza girince, İsrail’in dönem Başbakanı İhud Olmert, ABD dönem Başkanı oğul Bush’un doğrudan talimatı üzerine Lübnan topraklarına geniş çaplı saldırı başlattı.
Ancak Amerika ve korsan İsrail bu savaşta Lübnan Hizbullah hareketini yok etmedikleri gibi, siyonist rejim Lübnan’a dayattığı 33 günlük savaşta ağır kayıplar verdi. 33 günlük savaş Hizbullah güçlerinin güçlü askeri becerilerini ve uzun menzilli füze gücünü hatta siyonist orduyu gafil avlama konusunda ispat etti.
Bu savaş korsan İsrail’e 3 milyar dolar zarar dayattı. Hizbullah hareketi işgal altındaki Filistin topraklarını 4 bin füze ile vurdu ve iki bin ev ve bina bu operasyonda tahrip oldu. Bundan başka 300 bin siyonist yerleşkeci perişan oldu ve bir milyon yerleşkeci sığınaklarda barınmak zorunda kaldı. Bu savaşta 165 siyonist asker helak edildi ve 100 asker de yaralandı.
Gerçi korsan İsrail, Trump’ın kabinesinde John Bolton gibi şahinlerle birlikte son 30 ayda her zamankinden daha fazla beyaz sarayı İran’la savaşmak için kışkırttı, fakat Amerikalı strateji uzmanları Donald Trump’ı İran ile gereksiz her türlü savaştan sakındırıyor. Bunun sebeplerinden biri ise bölgede direniş ekseninin askeri gücüdür. Bu süreçte dikkat çeken önemli bir nokta da, korsan İsrail’in 2006 yılından sonra, yani son 16 yılda Lübnan Hizbullah hareketi ile hiç bir savaşa girişmemesidir. Bir başka ifade ile, Tel aviv rejimi tek başına değil İran, hatta Lübnan Hizbullah hareketine karşı bile herhangi bir savaşa giremeyeceğini anladı ve bu yüzden Amerika’yı İran’la savaşma konusunda ikna etmeye çalışıyor, gerçi Washington şu ana kadar Tel aviv’in bu tuzağına düşmedi.
Bu süreçte dikkat çeken bir başka nokta, gerçi Amerika İran ile ve İsrail de Lübnan Hizbullah hareketi ile doğrudan savaşa girmediler, fakat hem Washington ve hem Tel aviv Arap rejimleri üzerinden vekalet savaşı ile İran ve Hizbullah hareketine darbe indirmeye çalıştılar. Ancak Suriye, Yemen ve Irak’ta yürütülen vekalet savaşları şimdiye kadar Amerika ve İsrail için hiç bir getirisi olmadığı gibi, direniş ekseninin taarruz ve savunma gücünü ispat etmiş oldu.
33 günlük savaşın en önemli sonuçlarından biri, İsrail ordusunun askeri gücü ve yenilmezlik iddiasının yalan bir iddia olduğunu ispat etmesidir. Bu savaşta İsrail ordusunun heybet iddiasını çürüten gelişmelerden ise İsrail’in ünlü Merkava tanklarının bir bir avlanmasıydı.
Merkava tankı, siyonist rejim askeri sanayiinin Lübnan’a dayatılan 33 günlük savaştan önce en çok onur duyduğu ürünlerinden biriydi. İsrail’in propaganda sistemi, bu tank asla imha edilemeyeceğini ileri sürüyordu. Öte yandan dünya askeri sanayii de Merkava tankını şimdiye kadar imal edilen en güçlü tank olarak biliyordu. Ancak buna karşın, Lübnan savaşını TV ekranlarından seyreden dünya halkı Merkava tanklarının nasıl bir bir Lübnan sınırında avlandığına şahit oldu. Aslında Merkava efsanesinin çöküşü hatta siyonist rejimin Saer savaş gemisinin imha edilme olayından daha fazla etki yaptı.
Korsan İsrail’de yayımlanan Yediot Aharonot gazetesi “korku tankların içine sızıyor” başlıklı bir rapor yayımlayarak şöyle yazdı:
Şimdi bu tankların personeli savaş meydanında korku hissediyor ve onların en büyük korkusu, şimdiye kadar benzerini görmedikleri füzelerdir. Bu füzeler tankları İsrailli askerlerin ölüm tabutuna çeviriyor.
Gerçekte Merkava tanklarının imha edilmesi direniş ekseninde, Amerika ve korsan İsrail’in en modern askeri teçhizatını imha edebilecek güce sahip oldukları duygusunu geliştirdi.
Öte yandan Amerika’ya ait bir Global Hawk casus İHA’nın 20 Haziran 2019’da, yani 33 günlük savaştan tam 16 yıl sonra İran hava savunması tarafından düşürülmesi de İran liderliğindeki direniş ekseninin askeri gücünün ne denli güncelleştiğini ortaya koydu.
Sputnik haber ajansı ABD casus İHA’sı Global Hawk’ın avlanma olayı hakkında şöyle yazdı:
Global Hawk İHA’sı, Amerika’nın en gelişmiş İHA’sıdır. Amerikalılar bu İHA her türlü radar sistemi atlatabileceğini iddia ediyor ve 65 bin fit yükseklikte ve hızlı bir şekilde uçtuğu ve çok özel bir bileşimden yapıldığı için hiç bir radar sistemi bu İHA’yı yakalayamayacağını ve hiç bir hava savunma sistemi de onu düşüremeyeceğini söylüyordu. Gerçekte bu İHA’nın düşürülmesi, İranlıların fevkalade gizli ve efsanevi bir füzeleri olduğunu ve Amerikan efsaneleri suya düşürebileceğini ortaya koydu.
33 günlük savaşın en önemli sonuçlarından biri ise, korsan İsrail’in direniş eksenine dayattığı savaşların süresini kısa tutmasıdır. İsrail rejimi 33 günlük savaştan sonra Gazze şeridinde direniş eksenine beş savaş dayattı. 2008 yılındaki savaş 22 gün sürdü. 2012 yılındaki savaş sadece 8 gün sürdü. 2014 yılında Gazze şeridine dayatılan savaş 51 gün sürdü. Ekim 2018 savaşı ise sadece 4 gün ve Mayıs 2019 savaşı da 2 gün sürdü. Gerçekte İsrail’in 2006 yılından sonra Gazze şeridinde direniş eksenine dayattığı savaşlardan bir tek 2014 savaşı 51 gün sürdü ve diğer savaşların süresi çok kısa tutuldu. Nitekim en son savaşta, yani Mayıs 2019 savaşında siyonist rejim 2 gün sonra ateşkesi kabul etmek zorunda kaldı.
Hizbullah hareketinin 33 günlük savaşta korsan İsrail ordusunun yenilmezlik kuruntusuna son noktayı koyarken, Ekim 2018’de yaşanan 4 günlük savaş, direniş ekseninin savunma ve taarruz gücü büyük oranda geliştiğini ortaya koydu. Zira 4 gün süren bu savaşta direniş ekseni Gazze şeridinden işgal altındaki Filistin’e doğru tahrip gücü yüksek olan 650 füze fırlattı. Bu arada direniş ekseninin kesin ve ezici karşılığı Gazze çevresindeki siyonist yerleşkelerde yaşayan radikal siyonistlerin arasında derin paniğe yol açtı, öyle ki yerleşke halkının yüzde 35 kadarı füze korkusu yüzünden evlerini terk etmek zorunda kaldılar.
Gerçekte 33 günlük savaş bölgede askeri dengelerin İsrail zararına değişmesine yol açtı ve bu süreç zaman ilerledikçe de daha çok ağır basmaya başladı.
Gerçi Ehud Olmert 2009 yılında yani 33 günlük savaştan üç yıl sonra başbakanlık koltuğunu bıraktı, fakat 33 günlük savaşta uğradığı hezimet karnesinde kaydedildi. 33 günlük savaştan bir ay sonra kurulan Vinograd komisyonu nihai raporunda bu hezimetten doğrudan İhud Olmert’i sorumlu tuttu. Raporda Olmert’in hakkında şu değerlendirme yer aldı:
Olmert 33 günlük savaşta, İsrail ordusunun nüfuzu altında bulunan ve savaşın yönetilme işini orduya devreden pasif bir liderin rolünü ifa etti, oysa yasalara göre savaşı yönetmek başbakanın görevidir.
Ehud Olmert’in iktidarın başından çekilmesinden sonra Benyamin Netanyahu 2009 yılında iktidarın başına geçti ve halen bu görevi sürdürüyor. Gerçi Netanyahu döneminde İsrail ciddi bir şekilde çökmeye başladı, nitekim Nisan 2019’da düzenlenen erken seçimin ardından Netanyahu yeni kabineyi kuramadı ve şimdi ikinci erken seçimin sadece 6 ay aradan sonra Eylül 2019’da yapılması bekleniyor.
Netanyahu son 10 yılda sürekli Olmert ve İsrail’in 33 günlük savaşta Lübnan Hizbullah hareketine karşı bozguna uğramalarını, Filistin’de direniş gruplarına karşı zafer kazanarak telafi etmeye ve İsrail’in askeri iktidarını yeniden geri getirmeye çalıştı. Ancak Netanyahu bu konuda hiç bir başarı sağlayamadı, bilakis kabinesi Kasım 2018’de Gazze şeridine dayatılan 4 günlük savaşın ardından dağıldı ve erken seçime gitmek zorunda kaldı.
Bu durum, direniş eksenine karşı savaşın artık işgal altındaki Filistin’in iç arenasını da etkilediğini gösteriyor ve bu etkinin kökleri 2006 yılındaki 33 günlük savaşa dayanıyor.