12 Temmuz 2006 tarihinde siyonist rejim İsrail, Lübnan Hizbullah hareketine yeni bir savaş dayattı. İsrail’in 2006 yılında Lübnan’a dayattığı bu savaş, Tel aviv’de ikinci Lübnan savaşı ve Lübnan’da da Temmuz savaşı adı ile ün yaptı.
İsrail’in Lübnan’a dayattığı birinci savaş 1982 yılında yaşanmıştı. 2006 yılında başlayan savaşın görece gerekçesi ise iki siyonist askerin Lübnan Hizbullah hareketi tarafından esir alınmasıydı. Ancak bu savaşın gerçek nedenleri İsrail’in gizli hayalleri ve hedeflerinde yatıyordu.
Korsan İsrail’in Lübnan’a dayattığı savaşın esas amacı Lübnan Hizbullah hareketini yok etmek veya en azından Lübnanlı şii müslümanları bu ülkenin güneyinden göç etmeye zorlamaktı. Aslında bu komplonun temelleri daha önce 2005 yılında Lübnan’ın eski başbakanlarından Refik Hariri suikasti ve bu yönde uluslararası bir mahkemenin kurulması ve suikastten Lübnan Hizbullah hareketi ve Suriye devletinin sorumlu tutulması ile birlikte atılmıştı.
2006 yılında dayatılan savaş 33 gün sürdü ve sonunda 14 Ağustos 2006’da BM güvenlik konseyinin 1701 sayılı kararnamesi ile son buldu.
33 günlük savaş, insani ve maddi hasarlarının yanı sıra başka önemli getirileri de oldu. Kuşkusuz bu savaşın en önemli sonuçlarından biri, İsrail ordusunun yenilmezlik yaftasının büyük bir yalan ve iddia olduğunun ortaya çıkmasıydı.
33 günlük savaşı irdeleyen ve savaş hakkındaki ilk raporunu savaştan hemen üç gün sonra, yani 17 Ağustos 2018’de yayımlayan Antony Kurdzman, İsrail’in Lübnan topraklarına saldırısında hiç bir hedefi gerçekleşmediğini belirtti.
Amerika’nın dönem Başkanı oğul Bush da 2010 yılında yayımladığı ve anılarını anlattığı kitabında korsan İsrail’in bu savaşta uygulamaları çok kötü olduğunu ve bu rejimin itibarını yok ettiğini itiraf etti.
33 günlük savaşın en önemli hadiselerinden biri, Lübnan direniş güçlerinin siyonistlere ait ünlü Saer fırkateynini Beyrut sahillerinin açıklarında hedef alması ve olayın görüntüleri TV kanallarında canlı yayımlanmasıydı.
Yine Bent Cebil ve Marun Er’ras savaşlarında da siyonist askerler ağır kayıplar vererek adeta şoka uğradı.
Siyonist askerler Vadi El Huceyr savaşını İsrail ordusu için büyük cehennem şeklinde yorumladı. Bu savaşta İsrail’in ünlü Merkava tankları bir bir avlanarak imha edildi. Merkava tankları 33 günlük savaştan önce İsrail askeri sanayinin en çok onur duyduğu bir ürünüydü. İsrail propaganda sistemi, bu tankları imha etmenin asla mümkün olmadığını belirtiyordu. Ancak Merkava tankları bir bir avlanarak imha edilince, İsrail’de yayımlanan Yediot Aharonot gazetesi “korku bu tanklara sızıyor” başlıklı bir rapor yayımlayarak, şimdi artık bu tankların mürettebatı savaş meydanında korkmaya başladıklarını ve daha büyük kaygıları şimdiye kadar eşini benzerini hiç görmedikleri direniş füzeleri olduğunu, bu füzeler Merkava tanklarını İsrailli askerlerin ölüm tabutuna çevirdiğini yazdı.
Ancak uzmanlara göre 33 günlük savaşın en önemli sonuçlarından biri siyonist rejimin istihbarat alanında da büyük bozguna uğramasıydı. Zira bu savaşta siyonist rejimin casusluk örgütleri Lübnan Hizbullah hareketinin gücünü ve yeteneklerini öğrenmekte başarısız olmuştu ve bu başarısızlık, istihbarat alanından askeri sahaya da yansıyarak İsrail’in büyük hezimetine yol açtı.
Üniversite öğretim üyesi Nozer Şefii’ye göre 33 günlük savaşın sonunda İsrail’in güvenlik katsayısı tüm askeri, siyasi ve iktisadi boyutlarda kırılgan hale gelerek tehdit altına girdi.
33 günlük savaş İsrail için büyük hezimet olduğu gibi, bir o kadar Lübnan Hizbullah hareketi için büyük zafer oldu. Lübnan Hizbullah hareketi bu savaşta ilk kez füze gücünü siyonist rejimin yüzüne vurdu. 33 günlük savaş sırasında Hizbullah hareketine ait 2200 füze işgal altındaki Filistin’in Kuzey bölgelerine isabet etti. Bu savaş aynı zamanda Hizbullah hareketinin askeri açıdan teknik gücünü ispat etti. Lübnan Hizbullah hareketi genel sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah bu konuda Hizbullah’ın Saer fırkateynini vurmasına işaret ediyor.
Öte yandan Lübnan Hizbullah hareketinin bu savaşta İsrail’e nazaran istihbarat üstünlüğü hatta İsrail medyasını itiraf ettirecek kadar yüksekti. Bu konuda siyonist rejimin seçkin askeri uzmanlarından Ran Ben Yeşay şöyle diyor: Hizbullah savaşçılarının topladığı istihbarat, İsrail’in elinde bulundan istihbarat bilgilerinden çok daha fazlaydı, zira Hizbullah bu bilgileri doğrudan gözlemle ve karada İsrail ordusundan bir kaç on metre uzaklıktan topluyordu, oysa İsrail’in bu tür bilgileri sadece casusluk uçakları ve elektronik cihazlarla toplanan bilgilerden oluşuyordu.
33 günlük savaşta bir başka önemli nokta, bu hezimetin İsrail’in bizzat başlattığı savaşlarda uğradığı ilk hezimet olmasıydı. 33 günlük savaşı araştırmak ve değerlendirmek üzere İsrail’in dönem Başbakanı İhud Olmert’in talimatı üzerine kurulan Vinograd komisyonu Başkanı emekli siyonist yargıcı İlyahu Vinograd, araştırmasının sonunda yayımladığı raporunda direniş hareketi bu savaşta daha fazla hazırlıklı olduğunu ve böylece kesin zaferi elde etmeyi başardığını yazdı.
Eskiden Havier Solana’nın danışmanlığını yapan Alester Kruk ve yine beyaz sarayın eski siyasi danışmanlığını yapan Mark Peri yayımladıkları bir raporda 33 günlük savaşta İsrail kesin hezimete uğradığını, Lübnan Hizbullah hareketi ise kesin zafer elde ettiğini belirtti.
Aslında bu zafer, 33 günlük savaşta İsrail’e her türlü desteği veren Amerika için musibet boyutunda siyasi bir hezimetti. Hizbullah hareketinin bu savaşta elde ettiği zafer İsrail ve hamileri için büyük bir acıydı ve bu yüzden medyada bir kampanya başlatarak İsrail’in bu savaşta Lübnan Hizbullah hareketi ile değil de, asıl İran İslam Cumhuriyeti ile savaştığını ileri sürmeye başladılar.
33 günlük savaşın belki de en önemli sonuçlarından biri Lübnan Hizbullah hareketi adında Ortadoğu bölgesinde güç dengelerinde yeni bir aktörün ortaya çıkmasıydı. Bu yeni aktör bölgesel güç dengelerinde etkili olmayan başlayan fakat devlet olmayan bir aktördü.
Lübnan Hizbullah hareketi 33 günlük savaşta hiç bir Arap ordu tarafından hiç bir şekilde destek görmediği halde İsrail ordusunun yenilmezlik kuruntusunu çökertmeyi başardı. Bu savaşta İsrail İslamî direnişi Ortadoğu denklemlerinden silmek istedi, fakat direniş bu savaşla birlikte Ortadoğu denklemlerinde artık gözardı edilemeyecek bir aktör oldu
Bu konu, Lübnan Hizbullah hareketi genel sekreteri Nasrullah’ın da üzerinde durduğu bir konudur. Nasrullah 33 günlük savaşın onuncu zafer yıldönümü dolaysıyla yaptığı konuşmada şöyle dedi: 33 günlük savaşın en önemli hedefi, direnişi ve direnişe dayanan düşünceyi yok etmekti ve buna göre geniş çaplı katliam ve direnişi ve silahını yok etmek gündeme alındı. İsrail’in bu savaşta izlediği hedeflerinden biri de Lübnan’ın güneyini her türlü nüfustan boşaltmak ve direnişi sınırlardan uzaklaştırmaktı, ancak bugün herkes direnişin sınırlarda mevzilendiğini çok iyi biliyor.
Öte yandan Amerika’nın İsrail’e geniş destek verdiği bu savaşın sonunda direnişten arındırılmış yeni bir Ortadoğu’nun doğması bekleniyordu, ancak bu da olmadı ve direnişin daha da güçlendiği yeni bir Ortadoğu ortaya çıktı. Bu savaş sırasında ABD Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Candolisa Rice İsrail’in Hizbullah’a dayattığı savaşı Ortadoğu’da doğum sancısı olarak adlandırmıştı, ki bu da beyaz sarayın bu savaşla neyin peşinde olduğunu ortaya koydu. Buna göre bu savaşta Hizbullah İsrail ordusuna yenilmesi gerekiyordu.
2006 savaşından beş yıl sonra Lübnan Hizbullah hareketi Suriye’de teröre karşı başlatılan mücadelede de direniş hareketi yok olmadığı gibi daha da güçlendiğini ve hatta Arap orduların yeteneklerinin ötesinde gerilla savaşında da eşsiz bir güç olduğunu gösterdi. Kuşkusuz Suriye ordusunun teröre karşı savaşta elde ettiği zaferlerde ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumasında Hizbullah hareketi seçkin bir rol ifa etti. Üstelik bu savaşta dünyanın 80 ülkesinden Arap Batı ittifakının desteklediği teröristler karşı cephede mevzilenmişti.
Gerçekte Lübnan Hizbullah hareketinin Suriye’de terörle savaşta elde ettiği zaferleri 33 günlük savaşta elde ettiği zaferlerin devamı nitelemek mümkün. Nitekim bu yüzden İsrail rejimi Batılı devletler ve bölgedeki kukla Arap rejimlerin destekleri ile halâ Hizbullah hareketini yok etmeye çalışıyor ve bu doğrultuda Hizbullah’ın adı Batılıların ve Suud rejiminin terör örgütleri listesine yerleştiriliyor ve genel sekreteri ve diğer bazı liderlerine yaptırım uygulanıyor.