Siyonist rejimle ilişkileri normalleştirme gayretlerini değerlendiren İdris, “İlişkileri normalleştirmenin barış getireceği düşüncesi bir Oslo düşüncesidir ve bu düşünce mağlupların mantığıdır. Hezimet ancak direnişle def edilebilir. Direnişin çeşitlerini belirlemeye çalışırsak, ‘yol bulduğun yöntemle yap’ deriz. Silahla direniş gösteremiyorsan o zaman ilişkileri normalleştirmeye karşı mücadele et, deriz” dedi.
Kendisiyle yapılan röportaj:
Siyonist işgal rejimiyle ilişikleri normalleştirmek için çok hızlı atılan bu adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlişkileri normalleştirmek için bu şekilde hızlı adımlar atılması kanaatimce iki nedenden ötürüdür.
Birincisi, Filistin halkının üst perdeden anlaşmaya karşı tavır alması, Filistin halkı yanında Müslüman halkların da Yüzyılın Anlaşması fikrine, ulusal ilkelerden vazgeçme düşüncesine karşı güçlü ve hızlı bir tepki göstermesidir.
İkincisi ise Arap ve Batı dünyasında İsrail’e yönelik boykotun sürdüğü bir sürecin yaşanmasıdır. Herkes görüyor ki Dünya Boykot Hareketleri dünya çapında Filistin’e destek iklimi oluşturdu. Bu, daha önce Nazi soykırımını gerekçe göstererek Siyonist rejime ve Yahudilere duygusal yaklaşan ve zaman zaman Siyonistlerin baskı ve şantajlarına maruz kalan ve sonunda boyun eğen uluslararası camianın eski tavırlarından farklı bir şeydir. Uluslararası camia yanında uluslararası kamuoyundan binlerce aydın, sanatçı ve öğrenci Filistin halkının dönüş hakkını savunmaya çalışıyor ve Filistin davası konusunda uluslararası ölçülerin uygulanması konusunda görüş beyan ediyor.
İsrail’in uluslararası alanda boykot edilmesinden bahsederken mesela Uluslararası Boykot Hareketi (BDS)’nin çabalarıyla Hindistan’ın 16 milyon üyesi olan en büyük işçi sendikasının boykot hareketine katılmasından ve İsrail’e yatırım yapılmaması ve ona yaptırımların uygulanması konusunda adım atmasından bahsediyoruz.
Arap kamuoyunda da durum böyle. Mesela Lübnan’da, Suudi Arabistan’da, Katar ve Bahreyn de bu yönde seslerin yükseldiğini görüyoruz. İlişkileri normalleştirme girişimlerinin boykot edilmesini isteyenlerin de olduğunu görüyoruz.
Siyonist Başbakan Binyamin Netanyahu’nun ‘Boykot Hareketleri İsrail için stratejik bir tehdittir ve ona karşı durmak gerekir” demesi, Boykot Hareketlerinin bu yönde başarılı adımlar attığını ve işgalciyi sıkıştırdığını gösteriyor.
Peki, bu süreci zorlayan nedir?
İşgalciyle ilişkileri normalleştirme işi gizlilikten çıkarılıp artık açıktan yapıyorlar. Arapların İsrail ile ilişkileri eski yıllara dayanıyor. İsrail daha önce bazı Arap ülkeleriyle ilişkiler kurarken, bazı ülkelerde ise parti, dernek ve siyasi çevrelerle ilişki içindeydi. Bugün ise normalleştirme ilişkileri açıktan yapılıyor. Çünkü Filistin halkı bugün daha fazla direniş gösteriyor. Hele hele Gazze’de halk çatışma hattında güçlü bir direniş gösteriyor.
İsrail ve Amerika bu durumu değerlendirerek ve fırsat bilerek kendi ajandalarını bütün bölgeye kabul ettirmek istiyorlar.
BDS olarak bakarsak, boykot adımlarının beklenen sonuçları neler olabilir?
Boykot Hareketleriyle işgal rejimi arasındaki savaş bir lehte, bir aleyhte ilerlemektedir. Bazen zafer kazanırız, bazen de yeniliriz. Ancak iki cephe arasındaki savaş hiçbir zaman kesin şekilde sonuçlanmaz. Şu kadar var ki, ilişkileri normalleştirmek için adımların hızlandığı bu süreçte kuşkusuz Boykot Hareketleri daha güçlü bir mücadeleyle karşılaşacaktır.
Bazıları ilişkileri normalleştirmenin İsrail’i barışa zorlayacağını düşünüyor, siz ne diyorsunuz?
Bu, Oslo ve hezimete uğrayanların düşüncesidir. Hezimet ancak direnişle def edilebilir. Direniş için illa bir yöntem belirlemek istersek ‘bulduğun yöntemle direniş göster’ deriz. Silahla direniş gösteremiyorsan o zaman ilişkileri normalleştirmeye karşı mücadele ederek direniş göster. Ekonomi silahıyla direniş göster. Kültür, sanat ve akademik yollarla karşı koy.
İlişkileri normalleştirmenin var olan kötü durumu iyileştireceğini söylemek ise büyük bir hatadır. (Oslo İlkeler Anlaşması’nın imzalandığı) 1993 yılından beri Kudüs’ün daha fazla Yahudileştirilmesinden, daha çok yerleşim alanları inşa edilmesinden ve Filistin’in İsraillileştirilmesinden başka bir şey görmedik.
İşgalci bugün bu anlaşma sayesinde Filistin Yönetimi güçleriyle işbirliği yaparak Batı Yaka’nın her karışında direnişçileri arayıp bulmaktan, şehit etmekten ve tutuklayıp zindana atmaktan geri durmuyor.
Bu haliyle biz Arapların İsrail ile ilişkilerini normalleştirmelerinden hiçbir şey elde edemedik. Vitrini bile alamadık.
‘Direniş başarısız oldu. Onun için başka seçenekleri tecrübe etmek hakkımızdır’ diyenler için ne söylersiniz?
Araplar birçok yöntem denediler. Enver Sedat ilişkileri normalleştirip Kudüs’ü ziyaret etti. Yasir Arafat işgalciyle Oslo Anlaşması’nı imzaladı. Ürdün Kralı Vadi Araba Anlaşması’nı imzaladı. Ancak bütün bunlardan hiçbir şey kazanamadık.
…
Direniş tarafına baktığımızda en azından küçük bir coğrafya oluşturup Filistin kimliğini koruduğunu görüyoruz.
En azından Siyonist rejimle ilişkileri durdurmuş, düşmanla işbirliğini engellemiş, boykotu denemişlerdir. Bununla da bir şey kaybetmediler.
Bazıları da ilişkileri normalleştirmenin ekonomik getirisinin olduğunu söylüyor. Bunun mantıklı bir temeli var mı?
Elbette ekonomik getirisi var, ama kimin için?
Ekonomik kazançlar kapitalist ve burjuva bir grup insan içindir. Aynı şekilde Ürdün için mesela bazı şirketlerin genişleyip büyümesine vesile oldu. Tabimi bunlar işgal altında ezilen ve büyük sıkıntılar çeken Filistinli ailelerin hesabına oldu.
İlişkilerin normalleştirilmesinden doğan ekonomik ranttan küçük bir gurup istifade etmiştir. Bunlar Filistin ulusal projesini bir kenara itmiş çıkarcı çevrelerdir.
Halklar, resmi düzlemdeki ilişkileri normalleştirme işine karşı nasıl mücadele edebilir?
Mesela Katar, Bahreyn ve diğer ülkelerdeki boykot hareketlerine katılarak bu tavrı gösterebilirler. Boykotun gücü, son derece baskı altında da olsa sürdürülebilir olmasında ve başarıya ulaşma şansının olmasındadır. Mesela her birimiz İsrail’in bir ürününü almayıp yerine başka biri ürünü alabiliriz. Kimse bizi İsrail ürününü almaya zorlayamaz. Yine biri İsrail yapımı bir filmi izlemeyebilir. Bütün bunlar minimum düzeydeki direnişlerdir.
Bizim teslim olmamamız ve moral olarak çökmememiz gerekir.