ABD hâlâ mutlak gücü elinde bulundurduğu zannıyla politika üretiyor ve stratejileri idare ediyorsa, İsrail’de açıktan olmasa da ABD’nin sahip olduğu güce sahip olduğunu ortaya koyuyor. Ancak bugünün dünyası artık çok kutuplu bir dünya. Bu durum ABD’nin da başkalarının faaliyetlerini tanımasını, çıkar ve güçlerini itiraf etmesini ön görüyor.
Örneğin Ortadoğu dosyasına baktığımızda Rusya’nın önemli bir aktör olduğunu görmekteyiz. ABD veya bir başkaları bunu görmezden gelemez. Donald Trump’ın seçilme sürecini ve Beyaz Saray’da oturuşunu takip edenler, onun başkanlığındaki yönetimin ABD’nin takip ettiği geleneksel politikanın birçok mafsalını yok ettiğini görecektir.
Trump ilk önce yönetim takımını aşırı, fanatik ve dünyanın en karmaşık meselesine aynı gözle bakan Yahudilerden seçti. Bunun da içinde olduğu birçok nedenden ötürü Trump’ın birçok danışmanı başkanlarının sürdürdüğü politikada bu denli cehaletine ve düşüşüne dayanamayarak istifa etti.
ABD, İsrail hesabına İran’ın nükleer anlaşması hakkında zor tehditler savurdu. Ancak buna rağmen, bu anlaşmaya imza atan devletlerin itirazı nedeniyle bu dosyayı kabul, geri çekme veya gözden geçirme konularında adım atmakta başarısız kaldı.
ABD-Avrupa ilişkilerini ele alırsak yine bir sıkıntı görüyoruz. Trump’ın açıklamaları, aynı bloğun iki kolu arasındaki açının daha da açılmasına, Batı kampı olarak bilinen bu bloğun iki veya daha fazla kampa ayrılmasına neden olabilecek kadar güven krizinin yaşanmasına neden oldu. Bu da Avrupa’yı bağımsızlığını güçlendirme, çıkarlarını koruma yoluna gitme ve çıkarlarını korumak için de başka kutuplarla işbirliğini geliştirmeye zorlayacak.
ABD artık müttefiklerini koruma ve onlarla iyi ilişkilerini sürdürme konusunda aciz durumda. Çünkü ortada birbirleriyle çelişen çıkar ve politikalar var. Suriye konusunda Türkiye ile yaşadıkları bunun en açık delilidir.
ABD, tarihi boyunca uluslararası camianın kararlarını hiç tanımayan, kendini kanunların üstünde gören ve buna göre davranan İsrail’in yanında tavır alarak Birleşmiş Milletler’e, onun karar ve sözleşmelerine karşı koymakla genel olarak küresel düzlemdeki politikalarının gerilemesine neden oldu. ABD’nin küresel düzlemdeki politikası her geçen gün biraz daha geriliyor.
ABD, Filistin dosyasında tamamıyla İsrail’in yanında yer alarak onun kurduğu tuzağa düştü. Müttefiki olan İsrail ile birlikte güvendiği “Yüzyılın Anlaşması”nın Filistin halkı tarafından başarısız kılınabileceğini ve Filistinlilerin bunu gerçekleştirebilecek güce sahip olduğunu hiç hesaba katmadı.
ABD, Filistinlilerin üçüncü şıkkı olmayan sadece iki seçenekle karşı karşıya olduklarını sanıyor. Ona göre ya ABD ve İsrail iradesini teslim olacaklar, ya da kendilerini Arap ve bölgedeki ülkelerin siyaset çölünde tek başına bulacaklar.
ABD “Yüzyılın Anlaşması”nı ilan ettikten kısa bir süre sonra Filistinlilerin onun garantörlüğüne itiraz etmeye ve artık bunu yürütebilecek nezahette olmadığını dillendirmeye başlamaları üzerine, bölgede barışı gerçekleştirme taahhütlerinden bahsetmeye, Filistinlilerin ABD’nin rolünü boykot kararından vazgeçmeleri için arabulucular devreye koymaya başladı.
ABD, Filistinlilerin Arap-İsrail ilişkilerinde veto hakkına sahip olduğunu görmüyordu. “Yüzyılın Anlaşması”yla ilgilenen ve uygulanması için çırpınan hiçbir Arap devleti bu konuda Filistinlilerin tutumunu görmezden gelmeye cesaret edemez. ABD, Filistinlileri görmezden gelerek ve İsrail’in dilediği gibi hareket etmesine göz yumarak Yüzyılın Antlaşması’nı gerçekleştiremez.
ABD idaresinin sırtını dönerek, ama aynı zamanda Filistin konusunda politik dilini yumuşatması Filistinli liderlerin tutumlarını değiştirmeye yetmediği gibi, Filistinlileri para ile tehdit etmesi de fayda getirmedi.
Bütün bunların yanında kuzey cephesinde yaşananlar, Yüzyılın Anlaşması’yla İran tehlikesine karşı kendilerini koruyacaklarına inandıkları ABD-İsrail koalisyonuna güveni de sarstı.
Olay, ABD ve İsrail’e ellerinin istedikleri kadar ve istedikleri şekilde uzun olmadığını gösterdi. Suriye ve müttefikleri misillemeye hazır olduklarını ve artık korunaklı olmayan İsrail’e daha büyük acı verebileceklerini, muhtemel bir çatışmada ise onun daha ağır bedel ödeyebileceğini gösterdi.
Bölgede ABD’nin etki ve rolünün tamamıyla yok olduğunu söylemiyoruz. Biz, buradaki güç dengelerindeki değişimin ve bu bölgedeki rolünü ve çıkarlarını genişleten Rusya’nın varlığının görmezden gelinemeyeceğini ifade ediyoruz.
ABD aldığı bu kararlarda geri adım atmaz ve İsrail’in yanında durmaktan vazgeçmezse, Yüzyılın Anlaşması’nın başarısız kalma ihtimali yüksektir. Filistin tarafının güçlü konumu zaafında saklıdır.
Filistin mücadelesini veya Arap-İsrail sorununu hedef alan bütün siyasi çözümlerin boynu onun elindedir. Geriye, Filistinlilerin uyanıp, iç cephelerini düzenlemeleri ve güçlerini birleştirecek bir çaba içine girmeleri kalıyor.