14 Ağustos günü İslami ümmetin büyük zaferinin yıl dönümüdür. Hem de her günü, Lübnanlı çocuklar, kadınlar ve günahsız sivillerin ölümü ile sonuçlanan 33 günlük bir savaş. Siyonist Rejim İsrail’in insanlık dışı, topyekun saldırganlığı ve tacizi yüzünden savaşzede duruma düşen, haklarından mahrum kalan günahsız insanlar 33 günlük savaş boyunca hayatları pahasına direnmiş sultacı ve saldırgan düşmanın planlarını suya düşürmüştü.
İşte 14 Ağustos günü Lübnan Hizbullah hareketinin 2006 yılında Siyonist Rejime karşı asimetrik savaşta zafer elde etmesi dolayısı ile İslami direniş günü olarak adlandırılmıştır.
33 Günlük Savaş, 2000 yılında Siyonist Rejim İsrail’i tamamen Lübnan’ın Güneyinden kovan direniş, dayanıklılık ve direncini ortaya koyan bir milletin mücadelesi idi. Bu kez de Lübnan milleti 2006 yazında sonuna kadar silahlanan ve donanımlı Siyonist Rejim İsrail karşısında tarih yapraklarında kayda alınacak bir direniş ve dayanıklılık sergiledi.
Lübnan direniş hareketi cephesinin bu savaşta Seyyid Hasan Nasrullah liderliğinde Siyonist Rejim İsrail’e indirdiği darbeler Kur’ani derslerin gerçeklere dayalı olduğunu da gözler önüne serdi. Kuran-ı Kerim’de ise Muhammed saa suresinin 35’inci ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
“﴾35﴿ Siz üstün durumda iken gevşeklik gösterip barış çağrısı yapmayın! Allah sizinledir, amellerinizin karşılığını asla eksiltmeyecektir.”
2006 Haziran ayında Hizbullah hareketi savaşçıları yıldırım misali uygulanan operasyon çerçevesinde Lübnan ile işgal altındaki toprakların sınırında Ayta Eş Şab bölgesinin Güneyinde bulunan Siyonist bir gemiye saldırarak iki Siyonist Rejim askerini esir tutup daha sonra esirler takasında kullanmayı başardılar.
Ancak Siyonist Rejim İsrail bu girişimden dolayı bu operasyondan kısa bir süre sonra Lübnan’a savaş açtı. Bu doğrultuda Şiaların yoğunlukta yaşadığı Lübnan’ın Güney bölgeleri Siyonist Rejimin vahşice saldırılarına maruz kaldı.
Bu çirkin rejim savaş boyunca Lübnanlı çocuk, kadın ver sivilleri her türlü bombalar ve füzeler ile hedef alıp Lübnan topraklarında ilerledi. Bu çerçevede analistler ise Siyonistlerin daha önce kendilerini Lübnan Direniş Hareketi ile savaşmaya hazırladığını ve Siyonist askerlerin Direniş hareketi tarafından esir tutulmasını bahane göstererek Lübnan’ın Güneyine saldırdıklarını düşünüyorlardı.
Gerçekte Siyonist Rejim İsrail Amerika, İngiltere, Fransa, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Lübnan içindeki kimi dış mihrakların işbirliği ile bu savaşı başlatmak için kapsamlı bir plan yapmıştı. Lübnan Hizbullah hareketi üst düzey makamlarından Muhammed Feneyş ise bu hususta şöyle diyor:
“Savaş, çatışmalar ile başlamaz. Önceden planlanmış ve alınmış kararlar ile başlar. Bir taraf fırsatı uygun gördüğü zaman başlar.”
33 Günlük Savaş boyunca Siyonist Rejimin saldırgan savaş uçakları Lübnan’ın Güneyindeki farklı bölgeleri özellikle de altyapı tesislerini ve yapılarını hedef aldılar. Bu saldırılar çerçevesinde birçok altyapı binası, köprü, meskun binalar, yakıt tankerleri ve depoları, hava limanları, hastaneler ve elektrik santralleri hedef alındı. Sahte Siyonist Rejim ordusu ise Lübnan’ı kara ve denizden bile kuşatma altına alarak yardımların ulaşmasını bile engellemeye çalışarak tam bir acımasızlıkla Lünan halkını öldürmeye ve yok etmeye çalıştı.
Buna rağmen Siyonistler Lübnan Direniş Hareketine karşı savaş açarak büyük bir kumar oynadıklarını bilmiyorlardı. Siyonist Rejim İsrail Hizbullah hareketinin füze gücünden habersizlerdi ve hep kendi askeri teçhizatları ve donanımlı orduları ile övünüyorlardı. Bu çerçevede İsrail en çok da ordusunun envanterinde bulunan İbranicede “Tanrının At Arabası” anlamına gelen Merkava tankları ile övünüyordu.
O zaman dek Merkava tankları Siyonist Rejim İsrail’in efsanevi tankları sayılıyorlardı. Buna rağmen Lübnan Hizbullah Hareketi güçleri bu efsaneyi de yok etti. Direniş güçleri bu tankları ve onlarca Siyonist Rejim ordusu zırhlı aracını sınır bölgelerinde yok etti ve orada gömdü. Böylece Siyonist Rejim tankları ve zırhlı araçlarının daha fazla ilerlemesi engellendi.
Sevilen halk hareketi Hizbullah’ın lideri Seyyid Hasan Nasrullah ise bu dönemde tam bir cesaret ve dirayet ile Lübnan halkını Siyonist Rejime ile mücadele için seferber etti.
Lübnan halkı ise 33 günlük savaşta Siyonist Rejim ordusunu oracıkta gömdü ve bir kez daha direniş sözcüğü dünya mahrumları ve zulüm altındakiler için anlam kazanmış oldu.
Lübnan direniş cephesi Lübnan’ın Güney bölgelerindeki çatışmaları işgal altındaki topraklardaki Hayfa, Akka ve Safed bölgelerine taşımayı başardı. Direniş füzeleri korku verici kabuslar gibi Siyonist Rejim yerleşim alanlarına düştü ve saldırganlık ve tacizin yanıtının direniş ve dirençten başka bir şey olmadığını gösterdi.
33 Günlük savaş boyunca Lübnan Direniş cephesi İsrail’in içi boş görkemine ağır bir darbe indirip sözde demir kubbe savunma sistemini de yerle bir etti. Öyle ki Siyonist Rejim pratikte varlığını tehlike altında gördü ve böylece yerleşimcilerden bir milyon kadarı İsrail’den kaçtı ve göç etti.
Amerika dönem dışişleri bakanı Condoleezza Rice ise bu savaşı Batı Asya’nın doğum sancısı olarak değerlendirip yeni bir Ortadoğu’nun doğmasını bekledi. Öyle bir Batı Asya ki Amerika ve Siyonist Rejim İsrail karşıtı güçlerden silinecekti. Ancak savaşın gidişatı farklı yönde idi.
Savaşın ilerleyen her gününde İsrail ve destekçileri zor günler yaşayıp daha karmaşık bir durumla karşı karşıya kalıyorlardı.
Siyonist Rejim İsrail’in resmi olarak açıkladığı ve açıklamadığı hedefler daha da erişilemez olup bölgesel ve küresel koşullar da İsrail’in ve Batı’nın zararına oluyordu. İşgal altındaki topraklarda Siyonist toplum arasında bile savaşa karşı itirazlar hep artıyordu.
Bu gelişmeler ise savaşı yönetmeyi neredeyse imkansız hale getiriyordu. Bu gidişatın devamında Direniş hareketi ve Siyonist Rejim İsrail arasındaki güç dengesi tamamen değişti ve sonuçta Siyonistlerin yenilmezlik efsanesi de ortadan kalktı.
Siyonist komutanlar bile bu efsanenin bittiğine itiraf edip Telaviv de bölgedeki direniş gruplarını küçümsememesini anlamış oldu. Siyonist Rejim İsrail dönem ordu genel kurmay başkan vekili Moşe Kaplinskiy ise şöyle bir açıklamada bulundu:
“İsrail ordusu Temmuz savaşı boyunca hiçbir yararlı iş göremedi. Biz görevimizi iyi bir şekilde yerine getiremedik. Biz Hizbullah füzelerini susturamadık. Öyle davrandık ki İsrail ordusunun gücü hakkında birçok tereddüde yol açtık.”
Sonunda 33 gün savaşın ardından Siyonistler bu savaşa son vermek için ortakları ve uluslararası çevrelere yönelip 1701 kararına esasen tam bir aşağılanma içerisinde geri çekilmek zorunda kaldılar. Onlar bu aşağılanmanın ardından Gazze çatışmalarında da yenilgi aldılar. Ancak yine de mazlum Filistin halkına karşı aşırı isteklerinden vaz geçmeyip zulüm yapmaya devam ettiler. Ancak direnişin verdiği ders, İsrailli karar alıcılarının her adımlarında direniş cephesinin yanıtı beklemeleri gerektiğini gösterdi.
33 Günlük savaşın ardından herkes Lübnan Hizbullah Hareketi lideri Seyyid Hasan Nasrullah’ın açıklamalarının farkına vardı. Seyyid Hasan Nasrullah savaşın başlamasından bir kaç gün önce İsrail’in sözde efsanevi gücü hakkında şöyle demişti:
“Allah’a ant olsun ki Siyonist Rejimin gücü örümceğin ağından daha gevşektir.”
Seyyid Hasan Nasrullah Kuran-ı Kerim’e tam inancı ile bu sözleri söylemişti. Nitekim Ankebut suresinin 41’inci ayetinde Allahu Teala şöyle buyurmuştu:
“﴾41﴿ Allah’tan başka varlıkların korumasına sığınanların durumu, örümceğin durumuna benzer: Örümcek, (ağını) kendine bir yuva yapar, ama yuvaların en çürüğü de örümceğin yuvasıdır. Keşke bilselerdi!”
İşte bu ayet bize ilahi olmayan mülhit güçlerin her ne kadar büyük ve haybetli olsalar da ilahi iman gücüne karşı içi boş ve örümcek ağından daha güçsüz olduklarını gösteriyor. Mevcutta da İsrail, Amerika, Suudi Arabistan ve diğer ortaklarının ürünü olan IŞİD’in Suriye ve Irak’ta yenilgiye uğraması ile emperyalist güçlerin içi boşluğu daha da gün yüzüne çıktı.
Herkes Filistin’den Lübnan’a, Suriye’den İran, Irak ve Yemen’e kadar uzanan direniş gücünün sağlam imana ve zulme karşı inançlara dayalı olduğunu ve bir dağ misali yıkılmayacağını gördü. İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamanei ise dini ve Kur’ani bakış açısı çerçevesinde müstekbirler karşısında direnişin önemi ve değeri hakkında şöyle buyurmaktadır:
“İslam dünyası gençleri, kadınlar, erkekler ve dahiler arenada olmalılar, direnmeliler. Kesin olarak istikbar düzenine karşı galebe çalacaklar. Emperyalist güçlerin tüm güç araçları halkın, milletlerin imanına karşı işlevsiz ve küttür. Paraları var, silahları, atom bombaları var, donanımlı orduları, diplomatik araçları var. Ancak bunların hepsi milletlerin imanı karşısında işlevsizdir. Bu imanı kaybetmemeye özen gösterin.”