Silahlı Direniş, İsrail’i Durdurmanın Yegane Yolu

Filistin İslami ve Milli direniş grupları yaptıkları açıklamada, İsrail rejimi karşısında silahlı direnişin en önemli direniş şekli olduğuna işaretle, Kudüs ve Mescid-i Aksa’yı savunmak için güçlerinin seferber ve tam hazırlıklı olması gerektiğini deklare ettiler.

Beytül-Mukaddes ve Mescid-i Aksa avlusu 15 nisan tarihinden itibaren, Siyonistler ile Filistinliler arasında son bir yılın en şiddetli çatışmalara sahne olmaktadır. Bu çatışmalarda şimdiye kadar en az 350 Filistinli yaralanırken, 400’ü aşkını da gözaltına alınmıştır. Bu çatışmalar hakkında ifade edilmesi gereken birkaç konu var.

Birincisi, çatışmaların kaynağı hakkındadır. Siyonist rejim aslında işgalci ve yayılmacı bir kimliğe sahip olduğundan her daim Mescid-i Aksa’yı tam kontrolü altında tutmaya çalışmakta. Bu nedenle, Mescid-i Aksa’ya girme önceliğini Yahudilere verirken, çeşitli bahanelerle Filistinliler’in Müslümanların ilk kıblesi ayrıca tarihi ve mezhebi mekanlarından biri olan bu kutsal camiye girmesine engel olmaya çalışıyor.

Bu yasadışı girişimler, Filistinlileri derinden rencide etmektedir. İşgal rejimi bu eylemleriyle, gerilimin tırmanmasına sebebiyet vermekte. Filistin’in BM Büyükelçisi Riyad Mansur, bu bağlamda yaptığı açıklamada, İsrail’in Kudüs ve Aksa’daki saldırısının, İslami veya tarihi bir mekana saldırıdan ibaret olduğu gibi, Filistinli Müslüman ve Hristiyanların duygularını rencide ettiğini belirtti.

İkinci konu ise, Filistinlilerin işgal rejimi İsrail’in cinayetleri karşısında direniş yolunu tercih etmesidir, çünkü tarihi deneyimleri, Siyonist rejimin ancak halk direnişi karşısında geri çekildiğini onlar için göstererek ispat etmiştir. Bu deneyim Lübnan ve Filistin’de görülmüştür.

Siyonist rejim 1980’lı yıllarda Beyrut’u işgal ettiğinde, halk direnişi nedeniyle Lübnan’ın başkentinden çekilmek ve askerlerini Lübnan’ın güneyine kaydırmak zorunda kalmıştır. Lübnan’ın güneyinde de Hizbullah güçlerinin gösterdiği direniş sonucu İsrail askerleri, aşağılayıcı bir şekilde bu bölgeden de geri çekilmek zorunda kaldı. İsrail ırkçı rejimi 2006 yılında yine Lübnan’ın güneyine saldırdı, ancak bu savaşta da yenildi ve son 16 senede Hizbullah’a karşı artık hiçbir saldırı düzenleyemedi.

Filistin’de de Siyonist rejim  Gazze Şeridi’ni işgal etmek için harekete geçti, ancak Gazze halkının gösterdiği direniş sonucu, bu bölge Filistin direniş gruplarının kontrolü altında kaldı. Bugün Siyonist rejim, Gazze’yi yeniden işgal etmeyi aklından bile geçiremediği gibi, Gazze’de direniş gruplarının caydırıcı gücünün gelişmesine engel olamıyor. Buna ilaveten Siyonist rejim ağır biçimde, Filistin’de bu rejim karşısında halk direnişin artabileceğinden ve direnişin işgal topraklarının içine kadar sıçraya bileceğinden endişe duymakta.

Bu tarihi deneyimler, bir yandan Siyonist rejimin direniş stratejisi karşısında riske açık olduğu üstelik her yerde direniş ile karşı karşıya kaldığında geri çekilmek zorunda kaldığını gösteriyor, diğer yandan da, bazı Arap liderlerinin Siyonist rejim ile ilişkileri normalleştirme ve güçlendirme noktasındaki ihaneti ve de Filistin Özerk Teşkilatı’nın bu rejim ile müzakerelerde başarı elde etmemesi gibi durumlar, Filistinlilerin bu rejim karşısında tek seçeneğinin direniş olduğunu kanıtlıyor. 

Burada önem arz eden konu, işgal rejimi İsrail karşısında en iyi ve en etkin direniş türünün silahlı direniş olmasıdır. Nitekim Filistinliler son sıralarda feda eylemleriyle işgal rejiminin güvenlik ve istihbarat zafiyet ve açığını ortaya koyarak, Siyonist yerleşimciler ve yetkililerin korkusuna yol açtılar.