Şeyh Mahir Hammud: Filistin İmkan Değil, Azim ve Kararlılık Davasıdır

Şeyh Mahir Hammud’un Filistin Direnişi ve Davasına değindiği önemli Cuma Hutbesi şöyle:

“Beyrut’ta Filistinli grupların temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşen Filistin Ulusal Meclisine Hazırlık Toplantısında İsrail’le barış operasyonun çıkmaza girdiği, Oslo Anlaşmasının ise geçerliliğini yitirdiği hususunda Filistinli gruplar arasında net bir anlaşma sağlandı. Anlaşma da sonucu da gayet hoşnut edici… Ancak geriye baktığımızda şu soruyu sormamız gerekiyor: “Böyle bir anlaşmanın imzalanması için bunca yıkım ve ölüm mü gerekiyordu?”

Filistin’de barış hususunun gündeme geldiği gün ayrılıklar, anlaşmazlıklar da başladı. 1974 yılında Yaser Arafat BM’de yaptığı konuşmada “Zeytin dalını elimden düşürmeyin” demiş, ardından Filistinli gruplar arasında anlaşmazlıklar başlamıştı. Bu anlaşmazlıklar bazen askeri çatışmalara da dönüşüyordu.

Ardından İsrail’in işgali genişletmesinin ardından Gazze ve Ramallah’ın ayrılmasına yol açacak kadar büyük anlaşmazlıklar ve çatışmalar meydana geldi.

Bugün şunu vurgulamalıyız ki, Oslo geride kaldı. İsrail ise barış anlaşması hususunda ciddi değil… Dolayısıyla da iki devletli bir çözüm asla mümkün değil!

Soru: Bunu niçin yaptık? Niçin herkesin Siyonistler ve İsrail’in sınırsızca desteklediği uluslararası toplum üzerinden tanımladığı Müslüman devletlerle anlaşmazlığa düştük?

Soru başka bir soruyu beraberinde getiriyor: Filistinliler bir yandan tüm dünyaya bir yandan da Filistin davasına defalarca ihanet eden Araplara karşı savaşırken bu mümkün müydü?

Niyetler ne kadar iyi olursa olsun Araplar onların ürettikleri silahlara, onların sattığı petrole muhtaçken uluslararası topluma karşı koyabilecek güce sahipler miydi?

İşte bu sorunun cevabı Lübnan ve Filistin’deki direnişin ortaya koyduğu başarılar sayesinde uluslararası komploları defalarca yenilgiye uğratmalarıdır.

Biz bugün elinde silah olmamasına rağmen büyük başarılara imza atan ve kamyoneti aktif bir silaha dönüştüren Fadi Kanber’e ve onun gibi bıçakla, taşla düşmana korku salan kahramanlara tanıklık ediyoruz. Bugün görüyoruz ki, genç nesil Filistin davasına daha çok bağlılar ve İsrail’in yok olmasını önceki nesillere göre çok daha kararlılıkla istiyorlar.

Öte yandan Siyonist düşman bugün Kassam mücahidlerinin Siyonist asker ve komutanlara ait bilgisayar ve telefonları ele geçirebilecek teknolojik güce sahip olduğunu da itiraf ediyor. Geçtiğimiz hafta Filistin ve Lübnan’daki direnişin olası bir savaş halinde kendilerine karşı koyabilecek güçte olduğunu da itiraf etti.

Çünkü direniş artık uçaksavar füzelere sahip… Başta tüneller olmak üzere çok sayıda imkan direnişi daha da güçlendiriyor. Öyleyse buradan şunu anlıyoruz ki, bu dava imkanlar davası değil azim ve kararlılığın davasıdır. Bu noktada ilk soruyu sorma hakkını da yeniden elde etmiş oluyoruz. Evet, ümmet bu sonuca ulaşana kadar bunca tecrübeyi yaşamaya mecbur değildi.

Bir diğer soru: Müslümanlar tecrübelerini diğerlerine aktarma hususunda eksik mi kaldı? Evet, Müslümanlar askeri olarak başarı sağlarken siyasi olarak başarısız oldular. İslam akidesi gereği Müslümanlar gençleri direnişe ve şehadete teşvik ettiler. Ancak siyasi sahada yalan söyleyen ve her şeyi mübah gören genel siyasetçi prototipinden öteye geçemediler. Bu yüzden İslamcıların farkına varamadığı ve ümmeti tehdit eden tehlikeleri ancak ulusalcı siyasetçiler görebildiler.

Burası önemli bir nokta… Suriye’de, Mısır’da, Lübnan’da İslamcıların ortaya koyduğu başarısızlıklar dolayısıyla Gazze ve Lübnan’daki direnişin elde ettiği zafer çoğunluğun durumuna “uyumsuz” olarak nitelendi. Ancak yine de bizim sorumuzun cevabını ve asıl çözümü kahramanca örneklikler sergileyen direniş erleri ortaya koydular.”