Irak parlamentosu 26 Mayıs Perşembe günü Siyonist rejimle ilişkilerin normalleşmesini yasaklayan bir yasa tasarısını onayladı. Bu kanunun en önemli maddelerinden biri, Siyonist rejimle her türlü siyasi, güvenlik, ekonomik, teknik, kültürel, spor ve bilimsel işbirliğinin her ne isim adı altında olursa olsun suç sayılmasıdır.
Irak eski Başbakanı Adil Abdülmehdi, Facebook sayfasında paylaştığı bir notta, birçok Iraklı siyasi şahsiyet gibi bu yasanın kabulüne destek verdi ve bu yasanın kabulü ile ilgili beş önemli noktaya değindi.
Adil Abdülmehdi şunları yazdı: ‘Bu girişimi başlatan, Sayın Sadr’ı, Koordinasyon Çerçevesini ve onu destekleyen bağımsız kuvvetleri ve diğerlerini takdir ediyorum. Bu yasanın kabulü, Iraklıların küçük meselelerde ihtilafları olsa da ana meselelerde birleştiklerini göstermiştir. Yasa, bir temel olarak tüm sorunları çözer ve belirleyici gelişmelerin önünü açar.’
Adil Abdülmehdi açıklamalarının devamında beş önemli noktaya değindi ve şunları yazdı:
Birincisi, “Bu yaygara neden diyecekler? Biz onların mallarını boykot edip savaştık ama umduğumuzu alamadık. Ancak bunun o zamanlar bir zorunluluk olması mümkündür. Çünkü çöküşü ve tamamen teslim olmayı önlemek için psikolojik ve direnç bariyeri oluşturmuştur. Düşman her alanda güçlüydü, biz ise inancımız ve haklarımız dışında her konuda zayıftık. Düşman Filistin’de ve Filistin dışında istediğini yapabiliyordu. Ancak bizim direnişimiz ve ayakta duruşumuz, düşmanı yenmemizi ve geri çekilmeden istikrara ve olumlu savunmaya hareket etme gücümüzü arttırmamızı sağladı.”
İkincisi, “1967 savaşı Siyonist rejimin son zaferiydi. Sonra güç dengesi değişmeye başladı ve silahlı mücadele gelişti. 1973 savaşı, Süveyş Kanalından geçiş, Golan Tepeleri’ni geri alma girişimi, Lübnan’ın kurtuluşu, Gazze’nin istikrarı ve kurtuluşu, Taş İntifadası, Kudüs’ün Kılıcı Savaşı, Cenin, Batı Şeria ve 1948 topraklarındaki özel ve niteliksel operasyonlar, açlık intifadası, özgürlük ve direniş tünelleri, dünya kamuoyunun bilincinin artması ve Asya’nın derinliklerinden, Afrika’nın derinliklerine kadar Kudüs ve Filistin merkezli sağlam bir halk cephesinin oluşması olmak üzere bütün bunlar, bizim caydırıcı araçlar ve yeni çatışma kuralları empoze etme gücümüzü arttırdı ve düşmanın kara yeteneklerinin çoğunu etkisiz hale getirdi ve hatta hava üstünlüğü konusunda füzeler ve insansız hava araçları dengelerdi kurulmasını sağladı.”
Üçüncüsü, “Son zamanlarda birçok bölücü faktörün ortaya çıkması, düşmanın moralinin ve yeteneklerinin azalması, çocukların, kadınların ve gazetecilerin öldürülmesinin artması ve Batılı uluslararası örgütlerin onu apartheid rejimi olarak tanımlaması doğaldı ve bu, düşmanın girişim unsuru eksikliğinin, planlarında ve kararlarındaki kafa karışıklığının başlangıcıdır.
Dolayısıyla Siyonist rejimin bu gelişmelerle mücadele etmek için bazı başarılara ihtiyacı vardı. Bu nedenle ilişkilerin normalleşmesi, bu rejimin savaş yoluyla başaramadığını elde etmek için, siyaseti, ekonomiyi, medyayı bir kenara atarak ve bizi birbirimizden korkutarak ortaya çıktı.”
Dördüncüsü, “Irak’ın, direnişin yoğunlaştığı çizgideki konumu, normalleşmenin sonuçlarını durdurmak için bir dönüm noktası ve stratejik bir girişimdir. Bu yasanın kabulü de son dönemde Irak aleyhine dolaşan söylenti ve kafa karışıklığı atmosferini azaltacak ve normalleşme programları doğrultusunda hareket etmek isteyenleri zor durumda bırakacaktır.
Bu girişim, düşmanı şaşırtmak ve zayıflıklarını ortaya çıkarmak adına halkımızın geri kalanını, bu planları engellemek için hükümetlere ve parlamentolara baskı yapmaya teşvik edecektir.”
Beşincisi, “Biz Filistin’i desteklediğimizde başka bir ülke veya milletle dayanışmamızı ilan etmiyor ve başka bir ülke veya milleti desteklemiyoruz. Hedefimiz de bu zaten. Filistin’de başarısız olduğumuzda, Irak’ta ve her yerde de başarısız oluyoruz. Çatışma esasen İsrail’in başını çektiği bir denklemi dayatmakla ilgilidir ve bu, bizim üzerimizdeki sömürge egemenliğinin ve hegemonyanın adıdır.
Bu hegemonyadan kurtulamazsak egemenliğimiz, toprağımız, gücümüz, kalkınmamız, ekonomimiz, barışımız, onurumuz kalmayacak. Bu devam ettikçe hepimiz Kudüs’ü, toprağımızı, servetimizi, irademizi ve özgürlüğümüzü kaybedeceğiz. Irak, Yahudi bölgesini kaybettiği gibi Hristiyan bölgesini de kaybedecek ve aslına temel olarak, Müslümanların, Şiilerin, Sünnilerin, Arapların, Kürtlerin, Türkmenlerin ve diğerlerinin anlamlarını kaybedecek.
Böyle olunca da, bölünmüş ve çatışan gruplar ve hükümetler olarak kalacak ve hegemonik rejimler bizim arabulucumuz ve kurtarıcımız olarak işin içine gireceklerdir.
Siyonist sömürge hegemonya denklemi bizi ortak yapmaz, bilakis bizi onun takipçisi yapar ve aşağılar. Hegemonya, normal ve eşit ilişkileri tanımaz. Hegemonyanın aslı, tekelleşmek ve menfaatleri sadece kendisi için elde etmek, parçalamak ve başkalarını köleleştirmek içindir.”
Adil Abdülmehdi ayrıca Sovyetler Birliği’nin kaderine değinerek şunları yazdı: ‘Gorbaçov ülkesinin kriz içinde olduğu dönemde, kendisi bir süper güç iken, hem normalleşebileceğine hem de ortak olabileceğine inanıyordu ama ülkesini parçaladıkları ve zayıflığını suiistimal ettikleri andan itibaren, daha fazlasını almak, onu daha fakirleştirmek ve kendi hakimiyetleri altına almak için ilerlediler.
Bu hegemonya sisteminin dışında kalan herkes, her zaman ve her durumda, İsrail olmak üzere bütün konularda, tüm zorluklara ve fedakarlıklara rağmen saldırı ve hegemonyaya karşı caydırıcı güç oluşturdukları takdirde başarılı olacaklardır. İşte o zaman güçlü ve zayıf arasında değil, iki eşit taraf arasında bir sistem oluşturulabilir. Onlar, haklarını, değerlerini, inançlarını ve yaşam tarzlarını savunurlar. Kendilerini, işgalcilerin davrandığı ve işgalcilerin kendilerini karşı tarafın kaderine hakim olarak gördüğü gibi değil, başkalarına gösterilen saygı çerçevesinde görürler.’