İŞGAL Topraklarında IRKÇI Rejim İle Mücadele

İşgal altındaki Filistin’de yaşayan Filistinlilerin işleri ile ilgilenen yüksek komite, aslında 1982 yılında işgal altındaki topraklarda yaşayan Arapların siyasi faaliyetleri üzerinde odaklanmak ve aralarında vahdet sağlamak ve bu kesime bağlı kurumları arasında koordinasyon için kurulan siyasi bir kurumdur.

siyonist İsrail parlamentosu 19 Temmuz 2018 tarihinde ırkçı bir yasa olan sözde Yahudi devleti kanununu onaylayarak işgal altındaki Filistin toprakları sadece siyonistlere ait olduğunu iddia etti ve böylece Filistinlileri tüm vatandaşlık ve insani haklarından mahrum bıraktı.

Aslında sözde Yahudi devleti kanunu Amerika Başkanı Donald Trump’ın ileri sürdüğü yüzyılın anlaşması adlı kumpasın bir parçasıdır. Bu plan resmen açıklanmadan önce pratikte yürürlüğe girdi. Ancak beşeriyet tarihinin en ırkçı yasası olan bu yasa korsan İsrail Apartheidını yansıtan bir başka işarettir. Nitekim bu rejim uygulamaları ile dünyanın en ırkça Apartheid rejimi olduğunu ortaya koymuştur.

Apartheid, uluslararası Apartheid cinayetini bastırma ve cezalandırma konvansiyonu tarafından tanımlanan kesin bir hukuki terimdir. Bu konvansiyon 1973 yılında ABD ve İsrail dışında BM üyeleri tarafından onaylandı.

Apartheid konvansiyonunun ikinci maddesine göre bu terim bir etnik grubun bir başka etnik grubun üzerinde sulta kurmak ve bu sultayı sürdürmek için uygulamalarına verilen addır. Bu uygulamalarda bir ırk sistematik bir şekilde bastırılmakta, yaşam hakkı ve özgürlükleri elinden alınmakta ve başına buyruk tutuklanmakta, malları ve mülkiyet hakları gaspedilmekte, ülkelerine giriş çıkışları ve hatta yaşadıkları bölgeye özgürce girip çıkmaları engellenmekte ve mahalleler etnik gruplara göre kurulmaktadır.

Gerçekte Apartheid, genellikle ırkları birbirinden fiziki bir şekilde ayırmak ve bazı ırkları kamu hizmetlerinden ve çıkarlardan mahrum bırakmak gibi uygulamaları içeren sistematik ırkçılık ve etnik ve dini ayrıştırmaya verilen addır. Apartheid insanların medeni haklarını bağlı bulundukları ırka göre belirliyor. Aslında Güney Afrika ülkesinde uzun yıllar hakim olan Apartheida ve yine korsan İsrail’de halen devam eden bu cinayete bakıldığında, siyonistlerin uyguladığı Apartheidın Güney Afrika’nın Apartheid rejimine kıyasla çok daha korkunç ve şiddetli olduğu söylenebilir. Nitekim siyonist rejimin uygulamalarına bakıldığında, bu rejimin uygulamalarının tamamen ırkçı uygulamalar olduğu ve bu rejimin ırkçı ve insanlık karşıtı mahiyetini gün ışığına çıkardığı söylenebilir.

Siyonist rejim İsrail uygulamaları ile ırkçılıkta ve cinayetlerinde Güney Afrika’nın eski Apartheid rejiminin yüzüne aklamıştır. Güney Afrika’nın ünlü Apartheid karşıtı aktivistlerinden ve Nelson Mandella tarafından cinsiyet eşitliği alanında temsilcisi olarak atanan Ferid İshak ülkesinde yaşanan Apartheid sürecini korsan İsrail’in cinayetleri ile karşılaştıran uzmanlardan biridir. İshak bir süre önce Viyana’da düzenlenen korsan İsrail’i boykot hareketi zirvesinin kulisinde yaptığı açıklamada, bugün Filistin milletinin siyonist rejimin sultası altında çektikleri acı, Güney Afrika’nın siyahi vatandaşlarının beyazların Apartheid rejiminde yaşadıklarından çok daha ağır ve acı olduğunu belirtti.

Aslında Güney Afrika’nın Apartheid rejimi siyahileri yeryüzünden silmek ve yok etmek istemiyordu, oysa görünen o ki eli kanlı bebek katili İsrail rejimi işledikleri cinayetleri ve zulümleri ile Filistin milletini tamamen yok etmeyi amaçlıyor.

Siyonist rejim terör, katliam, insan hakları ihlalleri, işgal ve ırkçı davranışları ile kurulan ve şom bekasını sürdüren bir rejimdir. Nitekim siyonist elebaşıların tutumu da bu zümrenin Filistin milletinin soyunu yok etmek istediklerini ve bu uğurda her türlü cinayeti ve zulmü mübah gördüklerini gösteriyor.

Bu çerçevede siyonist İsrail savaş Bakanı Avigdor Liberman açıkça Filistinlilerin yok edilmesi gerektiğini belirtiyor. Liberman bundan bir kaç yıl önce 1948 yılında işgale uğrayan Filistin topraklarında yaşayan Arap ittifakı lideri Muhammed Şehade ile yaptığı münazarada açıkça İsrail ordusu Filistin milletini yok etmesi gerektiğini vurguladı. Filistinlilerin 1948 yılında işgal edilen topraklardan atılması gerektiğini belirten Liberman, Filistin halkının evleri ve arsaları gaspedilmesi ve yerine siyonist yerleşkelerin inşa edilmesi gerektiğini savundu.

İsrail savaş Bakanı Avigdor Liberman bundan önce de Filistin halkını ölü denizde boğmak gerektiğini belirtmişti. Bu bağlamda İsrail’in melun ve geberen eski başbakanlarından İshak Rabin de 1991 yılında Filistin milletinin Akdeniz’de boğulmaları gerektiğini söylemişti. Menahim Begin de Filistin milletini, dünya halkı ellerinden kurtulmaları gereken mahluklar nitelemişti.

Korsan İsrail rejiminin ırkçılığı ırkların arasında ayrımcılık yapmak ve sultasını kurmak için başka milletlere yönelik şiddet ve terör kullanmak gibi ilkelere dayanıyor.

Siyaset uzmanları ise siyonist parlamentonun ırkçı Yahudi devleti yasasını çıkarmasını da ırkçılığını ve Apartheid anlayışını pekiştirme yönünde atılan bir adım olarak değerlendiriyor. Aslında eli kanlı rejim türlü yollara başvurarak ırkçı politikalarını uluslararası camiaya dayatmaya çalışıyor. Nitekim biraz önce de belirtildiği üzere bu yasa Amerika Başkanı Donald Trump’ın ileri sürdüğü yüzyılın anlaşması adlı kumpasın bir parçasıdır.

Bu plan Amerika tarafından korsan İsrail’e bölgede ırkçı politikalarını gütme yönünde yeşil ışık yakma anlamına geliyor. Söz konusu yeşil ışık, ABD Başkanı Trump Amerika’nın Tel aviv büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı ile yandı.

Her halükarda siyonist rejim ırkçı politikalarını dünyaya dayatmak için türlü yollara baş vuruyor. 1984 yılında işgal edilen topraklarda yaşayan ve sayıları 1.5 milyonu bulan Filistinli vatandaşları ihraç etmek eli kanlı rejimin işgal altındaki Filistin’de izlediği temel hedeflerden biridir.

Öte yandan uluslararası camianın korsan İsrail’in ırkçılığı ve Amerika’nın yüzyılın anlaşması adlı kumpasına karşı pasif tutumu uluslararası arenalarda ırkçılığın yeni bir şeklinin hortlama tehlikesini beraberinde getiriyor. Kuşkusuz bu durumun doğuracağı sonuçlar, siyonizmin yıkıcı özellikleri ile birlikte faşizm ve nazism gibi diğer ırkçılık türlerinden daha çok yıkıcı zararları olacaktır.

İsrail rejimi kurulduğu şom günden bu yana sürekli sınıfların ayrımına daya bir rejim olmuştur, nitekim bu rejimin ırkçılığı sadece Filistin milletine yönelik olmadığı ve işgal altındaki Filistin topraklarına farklı yerlerden göç ettirilen Yahudilere karşı da dikkatlerden kaçmıyor. Yahudileri Aşkenazi ve Sefarad ve Falaşe adı ile anılan Afrika kökenli Yahudiler olmak üzere farklı sınıflara bölmek bu rejimin kendi halkına yönelik ırkçılığın bir başka işaretidir, öyle ki bu rejimin nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan Sefarad Yahudileri ikinci sınıf vatandaş sayılıyor ve Batılı Yahudilerden oluşan Aşkenazi Yahudiler ise bu rejimi yöneten birinci sınıf vatandaşlardan oluşuyor.

İsrail’de ikinci sınıf vatandaş sayılan Sefarad Yahudileri bu rejimde bir çok sosyal meziyetten ve iş fırsatlarından ve yüksek siyasi mevkilerden mahrumdur. Ancak bu rejimde Falaşe Yahudilerin durumu hatta Sefarad Yahudilere kıyasla daha da berbattır. Bu ırkçı davranışlar ise siyonistlerin ne denli ırkçı olduklarını ve bu rejimde yaşayan Yahudilerin kendi aralarında bile ırkçılığa maruz kaldıklarını ve toplumları büyük bir adaletsizlikle yönetildiğini ortaya koyuyor.

Bu arada korsan İsrail’in ırkçı uygulamaları başta ABD olmak üzere Batı’nın destekleri yüzünden daha da geniş ve kaygı verici boyutlara ulaştığı belirtilmelidir. Bu yüzden BM genel kurulu uluslararası camianın itirazları yüzünden 1975 yılında 3379 sayılı kararnameyi çıkararak siyonizm terimini ırkçılıkla eşdeğer ilan etti. Gerçi söz konusu kararname Batılı devletlerin baskıları ve siyonist rejimin barıştalep gibi gözükerek uluslararası toplumu kandırması yüzünden bu kararname 1990’lı yılların ortasında iptal edildi, fakat Tel aviv’in uygulamaları, bu rejimin ırkçılığında hiç bir değişiklik olmadığını ortaya koydu.

Aslında bugün işgal altındaki Filistin’de veya dünyanın bir başka yerinde siyonistlerin sebebiyet verdiği ırkçı bir hadise yaşanmadan gün geçmiyor. Hal böyleyken bir günü İsrail Apartheidı günü olarak adlandırmak uluslararası camianın İsrail’in insanlık karşıtı uygulamalarına yönelik hassasiyetinin arttığını gösteriyor. Nitekim bu bağlamda bir kaç yıldır dünyanın çeşitli bölgelerinde İsrail Apartheidına karşı protesto eylemleri düzenleniyor.

İsrail’in ırkçılığına karşı dayanışma haftası 2005 yılında Kanada’nın Torento kentinde kendiliğinden oluşan ve halkı siyonistlerin mazlum Filistin milletine yönelik cinayetleri hakkında bilinçlendirmek üzere başlatılan bir harekettir. Bu hareket son yıllarda ise dünyanın onlarca büyük kentinde geniş çapta düzenleniyor. Her yıl Mart ayında düzenlenen bu simgesel merasime katılanlar makale, film, konuşma ve benzeri etkinliklerle İsrail’in boykot edilmesi hedeflerine ulaşmaya çalışıyor.

Her halükarda uluslararası camianın siyonist rejimin ırkçı uygulamalarına gösterdiği tepki bu rejimin şom varlığının sonuna yaklaştığını gösterdiği söylenebilir, nitekim Güney Afrika’nın Batı tarafından desteklenen Apartheid rejimi de sonunda dağılarak yok olup gitti.