89 Ülkeden 700’den fazla katılımcı ile düzenlenen Filistin’e Destek Konferansı açılış konuşması:
Bismillahhirrahmanirrahim Hamd, alemlerin Rabbi Allah’a ve salatü selam, efendimiz ve nebimiz Muhammed Mustafa’ya, Onun pak soyu ve seçkin sahabeleri üzerine olsun.
Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
‘Ve gevşeklik etmeyin, mahzun olmayın, inanmışsanız mutlaka üstünsünüz siz.’ (Al-i İmran 139)
‘Artık gevşemeyin ve üstün olduğunuz halde barışa çağırmayın ve Allah, sizinledir ve yaptıklarınızın sevabını- hiç azaltmamaktadır.’ (Muhammed:35)
Konuşmamın başında siz değerli misafirlere, muhterem meclis başkanlarına, çeşitli Filistin’li grupların liderlerine, İslam dünyasının düşünürleri ve seçkin şahsiyetlerine, özgürlük taraftarı şahsiyetlere hoş geldiniz diyorum.
Filistin’in elem dolu öyküsü ve bu sabırlı ve dirençli milletin mazlumiyetinden kaynaklanan hüzün hakikaten özgürlük, adalet ve hak yanlısı herkesi incitmekte ve bu büyük dert ve çile kalplere çökmektedir.
Filistin tarihi ve bu toprakların mazlumane işgaliyle milyonlarca insanın göçe zorlanması sonrasında bu kahraman halkın tecrübe ettiği görkemli direniş, inişli çıkışlı sahnelerde doludur. Tarih içerisinde akla dayalı olarak yapılan bir araştırma tarihin hiçbir zaman diliminde dünya milletlerinin hiç birinin böylesine büyük çaplı bir gam, çile ve zulüm eylemleriyle karşı karşıya geldiğini göstermemektedir ki, bölge dışında hazırlanan bir entrikayla ülkeleri tamamen işgal edilerek, bir millet ev ve barklarından sürülsün ve onların yerine dünyanın başka yörelerinden bir başka grup görmezlikten geliniş ve sun’i bir varlık onun yerine oturtulmuştur. Ancak, bu da tarihin çirkin sayfalarından biridir ve tıpkı diğer kirli sayfalar gibi Allah’ın izni ve yardımıyla kapanacaktır. Çünkü ‘Batıl zail olup gider’ (İsra:81) ve ‘Hiç kuşkusuz yeryüzü salih kullarıma miras kalır.’ (Enibya:105)
Konferansınız en çetin bölgesel ve küresel şartlarda düzenlenmektedir. Filistin halkının bir uluslar arası entrika aleyhindeki mücadelesinde desteklenmiş olan bölgemiz şu günlerde çeşitli huzursuzluklar ve buhranlar içerisindedir. Bölgedeki bazı İslam ülkelerinde mevcut olan bazı buhranlar, Filistin davasının ve Kudüs’ün kurtarılmasına yönelik mukaddes ülkünün desteklenmesi sürecini zaafa uğratmıştır. Bu buhranların sonucuna dikkat edildiğinde mevcut durumdan hangi güçlerin yarar sağladığı anlaşılabilir.
Siyonist rejimi bu bölgede oluşturanlar, uzun süreli çatışmalara yol açarak bölgenin sebat, istikrar ve ilerlemesini önlemin olup, şimdi de yeni fitnelerin ardında yer almışlardır. Bölge milletlerinin yetenek ve gücünü etkisiz hale getirme amacı ile süren yersiz ve abes çatışmaları körükleyen fitneler… Böylelikle herkesin yılgınlığa düşmesi sonrasında sıra gasıp Siyonist rejimin güç kazanmasına gelecektir. Bu arada İslam ülkelerindeki nice şahsiyetlerin bu ihtilafları çözüme kavuşturmak için çaba harcadıkları görülmektedir. Ancak üzüntü ile belirtmek gerekir ki düşmanın karmaşık entrikaları, bazı devletlerin gafletinden yararlanarak milletlere iç savaşlar dayatmış, onları birbirinin canına düşürmüş ve İslam ümmeti içerisindeki bu hayırlı çalışmaları zayıflatmıştır.
Burada önemli olan nokta, Filistin davasının konumunun zayıflatılması ve Filistin konusunun öncelikler arasından çıkartılması konusudur. İslam ülkeleri arasında bazen doğal olarak, bazen düşmanın komploları sonucu ve bazen de gaflet yüzünden çıkan ihtilaflara rağmen Filistin meselesi yine bu ülkeler arasında vahdeti sağlayıcı bir eksen olabilir, olmalıdır. Bu toplantının değerli sonuçlarından biri İslam dünyasının ve dünyadaki özgürlük yanlısı insanların birinci önceliği olan Filistin davasının söz konusu edilmesi ve Filistin halkının haklı mücadelesi ve hak arayışının desteklenmesi hedefi yolunda gönül birliği sağlanmasıdır. Günümüz dünyasında Filistin halkının siyasi olarak desteklenmesinin taşıdığı önem hakkında asla gaflete düşülmemelidir.
Müslüman halklar ve diğer özgürlük yanlıları farklı üslup ve yöntemlere başvursalar da yine ortak bir hedef etrafında bir araya gelebilirler. Bu hedef Filistin’dir ve onun kurtarılması için çaba harcamak zaruridir. Siyonist rejimin çöküşüne dair emarelerin ortaya çıkması ve başta Amerika olmak üzere Siyonist rejimin asıl yandaşlarının zaafa düşmesiyle birlikte dünya atmosferinin de yavaş yavaş Siyonist rejimin düşmanca, yasalara sığmayan ve insanlık dışı eylemleri karşısında tavır koyma eğiliminde olduğu gözlenmektedir. Elbette, dünya toplumu ve bölgedeki ülkeler henüz bu insani mesele karşısındaki sorumluluklarını yerine getirememişlerdir.
Filistin halkının vahşice bastırılması, yaygın tutuklamalar, talan ve katliamlar, bu milletin yurdunun gaspedilmesi, bu yörede başkaları için yeni yerleşim merkezleri kurulması, mukaddes Kudüs’ün Mescid’ül Aksa ve Müslümanlar ve hırıstiyanların diğer mukaddes mekanların çehresi ve kimliğinin değiştirilmesi çabaları, yurttaşların temel haklarının çiğnenmesi ve daha nice zulümler hala devam etmektedir. Bu zulümler, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer bazı batılı devletlerin tam desteğine sahiptir ve maalesef dünya çapında gerekli olan tepkiye rastlanmamaktadır.
Filistin milleti, Allah’u Teala’nın kendilerine lütufta bulunarak bu mukaddes topraklar ile Mescid’ül Aksa’yı savunma şeklindeki büyük görevi kendi omuzlarına yüklemesi hesabıyla iftihar etmektedir. Bu milletin Allah’a ve kendi kudretine dayanarak mücadele şulesini canlı tutmaktan başka çaresi yoktur ve şu ana kadar da bunu yapmıştır. Şu anda işgal altındaki topraklarda üçüncü kez başlayan intifada, önceki iki intifadadan daha mazlum olmasına karşın parlak ve ümitli bir biçimde hareketini sürdürmektedir. Bu intifadanın Allah’ın izniyle yakında mücadele tarihine yeni bir sayfa ekleyeceğini ve gasıp rejime yeni bir yenilgi daha tattıracağını göreceksiniz.
Bu kanser tümörü başından beri aşamalı olarak gelişmesini sürdürmüş ve şu andaki belaya dönüşmüştür ve dermanı da aşamalı olmalıdır ki birkaç intifada ve direnişin sürmesiyle çok önemli aşamaları tecrübe etmiştir. Bu direniş şu anda fırtına gibi ilerlemekte olup, diğer hedeflerine doğru Filistin’in tam olarak kurtuluşuna dek mücadelesini sürdürecektir.
Uluslar arası Siyonizm ve kabadayı destekçileriyle büyük mücadelenin ağır yükünü tek başına omuzlayan büyük Filistin milleti sağırlı ve kararlı olarak tüm iddia sahiplerine iddialarını ispat için bir fırsat tanımıştır. Yanlış bir gerçeklilik adına ve temel hakların çiğnenmemesi için uzlaşma planlarının kabul edilmesi gerektiği şeklindeki iddialara, bu görüş açısının doğru olmadığını daha önce ispatlamış olan Filistin halkı ve hatta tüm akımlar, bu yaklaşıma bir fırsat tanıdılar. Elbette İran İslam Cumhuriyeti işin başından beri bu tür uzlaşmacı yöntemlerin yanlışlığını vurgulamış ve onun yol açacağı ağır kayıplar ve hasarları hatırlatmıştır.
Uzlaşma sürecine tanınan bu fırsat, Filistin halkının direniş ve mücadele sürecinde tahripkâr sonuçlar doğurdu. Ancak, elde edilen tek fayda bu açılımın gerçekçi bir adım olduğu görüşünün ne denli yanlış olduğunun pratikte ispatlanmasıydı. Siyonist rejimin teşkil biçimi ve başvurduğu yöntemlerin içeriği dikkate alındığında onun baskı, yayılmacılık ve Filistin halkının haklarını çiğneme eylemlerinden geri durmayacağı anlaşılır.
Zira onun varlığı ve kimliği, Filistin’in varlığı ve kimliğinin adım adım yok edilmesinin ipoteğindedir. Siyonist rejimin gayri meşru mevcudiyeti, Filistin’in varlığı ve hüviyetinin viraneleri üzerinde süreklilik kazanabilir. İşte bu yüzden Filistin’in kimliğini korumak ve bu haklı ve doğal kimliğin tüm izlerini muhafaza etmek bir zarurettir, farzdır ve mukaddes bir cihattır. Filistin’in adı, hatırası ve bu milletin kapsamlı direnişin alevleri yükseldikçe, işgalci rejimin temellerinin güçlenmesi de mümkün olmayacaktır.
Uzlaşma sürecinin problemleri, yalnızca milletin haklarını savsaklayarak bu gasıp rejime meşruiyet kazandırmak gibi affedilmesi imkansız büyük bir hatadan ibaret değildir. Bu durum esasen Filistin meselesinin içinde bulunduğu şartlarla hiçbir şekilde uyuşmamakta ve Siyonistlerin yayılmacı, baskıcı ve zora dayalı hasletlerini göz ardı etmektedir. Ancak bu millet bu fırsatı bir ganimet sayarak uzlaşmacıların gerçekçilik iddialarının bir yanılgıdan ibaret olduğunu ispatlamış ve neticede Filistin halkının haklarının geri alınması için doğru mücadele yollarının ne olduğu hakkında ortak bir milli görüş sağlanmıştır.
Filistin halkı 30 yıllık bilançosu içinde iki ayrı modeli tecrübe etmiş ve her birinin mevcut şartlara uygun olup olmadığını algılamıştır. Uzlaşma süreci karşısında süreklilik kazanan kahramanca direniş ve mukaddes intifada yer almaktadır ki günümüze kadar bu halk için dev sonuçlar devşirmiş bulunmaktadır. Şu günlerde malum çevrelerce direnişe hücum edilmesi ya da intifadanın sorgulanmasına şahit olmamız boşuna değildi. Düşmandan daha farklı bir tavır beklemek yersizdir.
Zira haklı olarak bu yolu ve doğuracağı sonuçları çok iyi bilmektedir. Ancak bazen şunu müşahede etmekteyiz, kimi akımlar ve hatta görünüşte Filistin davasıyla birlikte olduklarını iddia eden kimi devletler hakikatte bu milletin hareket çizgisini saptırmak ve bu direnişe saldırmak peşindedirler. Onların iddiası şudur ki, direniş birkaç on yıllık ömrüne rağmen hale Filistin’i kurtaramamıştır ve bu yüzden bu metot yeniden gözden geçirilmelidir! Cevap olarak şu belirtilmelidir ki, direniş hareketinin henüz asıl hedefi olan Filistin’in tam olarak kurtarılması aşamasına ulaşmadığı doğrudur. Lakin direniş hareketi Filistin davasının canlılığını muhafaza etmiştir. Eğer direniş hareketi olmasaydı şu anda hangi şartlar altında olacaktı?
Direnişin en önemli sonucu, Siyonist projeler karşısında engel oluşturmaktır. Direniş, düşmana bir yıpratma savaşı dayatmasını başarmıştır. Yani, bölgenin tamamı üzerinde egemenlik kurmak isteyen Siyonist rejimin bu asli programını akamete uğratmıştır. Bu bağlamda Siyonist rejimin tesisi perdesinin oynanmaya başlamasından itibaren çeşitli dönemlerde direnişlerini sürdüren, canlarını feda ederek direniş sancağını dalgalandıran ve nesilden nesile aktaran kahramanlar haklı olarak övgüye layıktır. İşgal sonrasındaki devrelerde direnişin ifa ettiği rolü herkes açıkça bilmektedir.
Direnişin hatta 1973’teki kısa zaferde bile ne denli rol oynadığı görmezlikten gelinemez. 1982 yılında direniş yükü Filistin içerisindeki halkın omuzlarına yüklenmesinden sonra Lübnan İslami direniş hareketi Hizbullah mücadele sürecinde Filistinlilerin yardımına koştu. Eğer direniş Siyonist rejimi önlemeseydi şu anda bu rejimin bölgedeki diğer topraklara el attığına şahit olacaktık; Mısır, Ürdün, Irak, Fars Körfezi ve diğer ülkelere kadar. Evet, bu önemli bir gelişmedir.
Ancak, direnişin kazanımları yalnızca bunlardan ibaret değildir. Güney Lübnan ve Gazze’nin kurtarılması Filistin’in özgürlüğüne kavuşturulması sürecinde önemli iki aşamanın tahakkuk bulmasıydı ve Siyonist rejimin coğrafi olarak genişlemesi çabasını ters yüz etti. 1980’li yıllardan itibaren Siyonist rejimin artık yeni topraklara el atamadığını gördük. Hatta onun güney Lübnan’dan alçaltıcı bir biçimde geri çekilmeye mecbur kalması ve yine Gazze’den utanç verici bir biçimde çıkışı, bu rejimin geri çekiliş sürecine girdiğinin göstergesi oldu. İlk intifadadaki direnişin oynadığı büyük ve belirleyici rolü hiç kimse inkâr edemez. Direnişin, Siyonist rejimin Gazze’den çıkmasına neden olan ikinci intifadadaki rolü yine dolgundu. Lübnan’daki 33 günlük savaş, Gazze’deki 22 günlük, 8 günlük ve 51 günlük savaşların hepsi direnişin mücadele bilânçosunda yer alan parlak sayfaları oluşturmaktadır. Bu direniş sayfaları bölgedeki tüm halklar, İslam dünyası ve dünyanın özgürlük yanlısı tüm insanları için iftihar vesilesidir.
33 günlük savaşta Lübnan halkı ve kahraman Hizbullah militanlarına yardım yollarının tamamı kapanmıştı. Ancak, Allah’ın yardımı ve Lübnan halkının büyük direnişi sayesinde Siyonist rejim ile onun asıl destekçisi olan ABD öylesine alçaltıcı bir yenilgiye uğradılar ki bundan böyle bu diyara saldırmaya cür’et edemeyeceklerdir. Gazze’yi direnişin yıkılmaz kalesine dönüştüren ve bir biri ardı sıra gerçekleştirilen direniş eylemleri, birkaç savaş boyunca şunu göstermiştir ki bu rejim, bir milletin iradesi karşısında dayanma gücüne sahip değildir.
Gazze savaşlarının asıl kahramanı bunca yıllık ekonomik muhasaraya tahammül eden ve inançla bu kaleyi hala savunmakta olan dirençli Gazze halkıdır. Bu savaşlarda değerli roller ifa eden Filistin’li tüm direniş gruplarını ve bu cümleden olmak üzere İslami Cihad hareketine bağlı Seraya’l Kuds, Hamas’a bağlı Ketaibi İzzeddin Kassam, Fetih’e bağlı Ketaibi Şüheda’il Aksa ve Filistin’in Kurtuluşu için Halk Cephesi’ne bağlı Ketaibi Ebu Ali Mustafa gibi grupların takdir edilmesi yerinde olur.
Değerli misafirler!
Siyonist rejimin varlığından kaynaklanan tehlikeler karşısında gaflete düşmemek gerekir. Bu yüzden direniş hareketi sürekliliğini yitirmemek için gerekli olan tüm araçlara sahip olmalıdır. Bu süreçte bölgedeki milletler ve devletler ile dünyanın tüm özgürlük yanlıları, bu dirençli milletin temel ihtiyaçlarını karşılamakla görevlidir. Direniş sürecinin ana ocağı, yiğit evlatlar yetiştiren Filistin halkının şanlı duruşudur. Filistin halkı ve direnişinin ihtiyaçlarını temin etmek hepimizin üstüne düşen önemli ve hayati görevdir. Bu arada şu anda mazlum intifadanın ağır yükünü omuzlayan batı Şeria’daki direnişçiler ihtiyaçlarını da göz ardı etmemek gerekir.
Filistin direnişi de geçmişinden ibret alarak şu önemli noktaya dikkat etmelidir ki “Filistin ve Direniş”, İslam ve Arap ülkeleri arasındaki ihtilaflar, ülkelerin iç ihtilafları yada kavmi ve mezhebi ihtilaflar arasında boğulmaktan daha değerli ve yücedir. Filistinliler ve özellikle de direniş grupları sahip oldukları değerli konumunun kadrini bilmeli ve bu ihtilaflarla ilgilenmemelidirler. İslam ve Arap ülkeleriyle tüm milli ve İslami gruplar Filistin davasına hizmetle görevlidir. Direnişin desteklenmesi hepimizin görevidir ve hiç kimsenin bu yardımlar karşılığında herhangi bir beklentisi olmamalıdır. Yardımların tek şartı, bu yardımların yalnızca Filistin halkı ve direniş mekanizmasının bünyesinin güç kazanması yolunda harcanmasıdır.
Düşman karşısında dikilme fikrine bağlılık ve direnişi tüm boyutlarıyla sürdürmek bu yardımların sürekliliğinin garantisidir. Bizim direniş karşısındaki tutumumuz prensiplere dayanmaktadır ve özel bir grupla ilişkili değildir. Bu çizgide sapasağlam duran her grupla birlikte olacağız ve bu çizgiden çıkan her grup da bizden uzaklaşmış demektir. Bizim İslami direniş gruplarıyla ilişkilerimizin derinliğinde onların direnişe olan bağlılığı yatmaktadır.
Değinilmesi gereken bir başka nokta da Filistinli gruplar arasındaki ayrılık gayrılıklardır. Görüş açılarındaki farklılıklar farklı grupların farklı zevk üsluplara sahip olması nedeniyle doğaldır ve algılanabilir ve bu sınırlar içinde kaldığı sürece Filistin halkının mücadelesinin daha da zenginlik kazanmasına katkı sağlayabilir. Ancak sıkıntı bu ihtilafların kavgaya ve Allah göstermesin çatışmaya dönüşmesi durumunda başlamaktadır. Bu durumda muhtelif akımlar ve gruplar, bir birlerinin gücünü tüketerek pratikte ortak düşmanın isteği doğrultusunda adım atmaktadırlar. Farklı görüş ve tutumların yönetimi tüm grupların başvurması gereken bir hünerdir ve çeşitli mücadele planlarını öylesine tanzim etmelidirler ki, yalnızca düşmanı yıpratmalı ve mücadeleye katkı sağlamalıdır. Cihad programı doğrultusunda milli dayanışmanın sağlanması, Filistin için milli bir zarurettir. Tüm grupların, Filistin halkının tamamının istekleri doğrultusunda hedefe doğru adım atmaları umulur.
Direniş şu günlerde yeni bir entrikayla daha yüz yüzedir ve bu dostça gözüken girişim, Filistin halkının intifadası ve direnişi gerçek çizgisinden saptırmak ve onun Filistin milletinin düşmanları ile gizli pazarlıklarda harcamak hedefindedir. Direniş, bu tuzağa düşmeyecek kadar zekidir. Filistin halkı, mücadele ve direnişin asıl lideridir ve geçmiş tecrübeler şunu göstermiştir ki bu halk, mevcut şartları dakik olarak algılayarak bu tür sapmaları önleyecektir. Allah göstermesin, eğer bu gruplardan biri sözkonusu tuzağa düşerse bu halk geçmişte olduğu gibi ihtiyaçlarını kendisinin gidermesini bilecektir. Eğer bir grup direniş bayrağını yere bırakırsa, kesinlikle Filistin halkının bağrından bir başka grup çıkacak ve bu bayrağı yükseltecektir.
Siz muhterem misafirler bu toplantıda kesinlikle yalnızca Filistin üzerinde duracaksınız. Maalesef son birkaç yıldır bu konuda gerekli olan adımların atılmasında ilgisizlikler yaşanmıştır. Hiç kuşkusuz bölgede ve İslam ümmetinin içinde ilgilenilmesi gereken nice bunalımlar mevcuttur. Lakin, bu konferansın düzenlenmesine neden olan konu, Filistin meselesidir. Bu konferans bölgedeki Müslüman halkların ortak değerlerine dayanarak ihtilaflarını gemlemeleri ve onların her birini çözüme kavuşturmaları ve Muhammed –sav- ümmetinin daha fazla takviye edilmesi açısından bir model oluşturabilir.
Konuşmanın sonunda siz muhterem misafirlerin değerli katılımı dolaysıyla teşekkürlerimi bildirmekteyim. Ayrıca bu konferansın düzenlenebilmesi için zahmete katlanan muhterem İslami
Şura Meclisi başkanı ile 10. meclisteki iş arkadaşlarına teşekkür etmekteyim.
Allah’ın selam ve rahmeti İslam şehitlerinin üstüne olsun; özellikle de Siyonist rejim karşısındaki direnişte yüce şehadet mertebesine selamlamaktayım. Direniş cephesinin sadakatli savaşçıları ile Filistin davasına büyük önem veren İslam cumhuriyeti kurucusu İmam Humeyni’nin pak ruhunu selamlıyorum. Zafer ve başarı kazanmanızı diliyorum.
Allah’ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun…